İŞGAL VE KURTULUŞ GÜNLÜĞÜ
KURTULUŞ SAVAŞINDA TARSUS
Molla Kerim’in şahsında sembolleşen
Bütün kahramanlarımızın anısına
İÇİNDEKİLER
1) I. BÖLÜM GENEL DURUM İŞGALLER
2) İçindekiler …………………………………………………. ………5
3) Kitap Hakkında ………………………………………………..…….9
4) Savaş …………………………………………………………….….11
5) Savaşın Sonu 30 Ekim 1918 …………………………….………….12
6) Yerli Casuslar …………………………………………..………….13
7) Mustafa Kemal Paşa Adana’da 31 Ekim 1918 ……
7) Mustafa Kemal Paşa Bölgede Milis Teşkilatını Canlandırıyor 31 Ekim 1918
8) Genel Durum 31 Ekim 1918
9) Mustafa Kemal Paşa Hükûmeti Uyarıyor 01 Kasım 1918
10) 02 Kasım 1918
11) Barış Şartları03 Kasım 1918
12) İlk İşgal: İskenderun
13) Sadrazam Ahmet İzzet Paşa Barış Şartlarını Açıklıyor 04 Kasım 1918
14) 05 Kasım 1918
15) 06 Kasım 1918
16) 08 Kasım 1918
17) 09 Kasım 1918
18) Mustafa Kemal Paşa Adana’dan Ayrıldı 10 Kasım 1918
19) İngilizlerin Gözü Çukurova’da 11 Kasım 1918
20) 12 Kasım 1918
21) İngiliz Notası
22) İtilaf devletleri Gemileri İstanbul’da 13 Kasım 1918
23) İngilizler Mersin Açıklarında 15 Kasım 1918
24) Lejyonlar
25) İtilaf devletleri Güneyi Boşalttırıyor 17 Kasım 1918
26) 22 Kasım 1918
27) 23 Kasım 1918
28) Mustafa Kemal Paşa’nın Padişah İle Görüşmesi
29) 25 Kasım 1918
30) 27 Kasım 1918
31) 28 Kasım 1918
32)Yeni Teşkilatlar 29 Kasım 1918
33) 01 Aralık 1918
34) 04 Aralık 1918
35) Tarsus Gazetesi 05 Aralık 1918
36) 06 Aralık 1918
37) Güneyde İşgal Hazırlıkları 07 Aralık 1918
38) 09 Aralık 1918
39) 10 Aralık 1918
40) 11 Aralık 1918
41) 15 Aralık 1918
42-Mersin İşgal Edildi 17 Aralık 1918
43) Jandarma Tedbiri 18 Aralık 1918
44) Mersin Mutasarrıfı
45) Fransız Karakolu
46) Tarsus İşgal Edildi 19 Aralık 1918
47) 20 Aralık 1918
48) 21 Aralık1918
49) 22 Aralık 1918
50) 23 Aralık 1918
51) 24 Aralık 1918
52) 27 Aralık 1918
53) 28 Aralık 1918
54) 30 Aralık 1918
55) 02 Ocak 1919
56) 04 Ocak 1919
57) 07 Ocak 1919
58) 09 Ocak 1919
59) 16 Ocak 1919
60)Anfre Mersinlilerle Tanıştı
61) Bölgemizde Kurulan Cemiyetler
62) İslam Hayır Cemiyeti
63) Cemiyetül İslamiyetül Hayriyetül Şiiye
64)Birleşik Ermeni Cemiyeti
65)Rum Cemiyeti
66)İslam Arapların Hayır Cemiyeti
67)Hristiyan Arapların Cemiyetleri
68) Ortodoks Arapların Kurdukları Cemiyet
69) Nasurilerin Kurduğu Cemiyet
71) Musevi Cemiyeti
72) Paris Barış Konferansı 18 Ocak 1919
73) 21 Ocak 1919
73) Genel durum 28 Ocak 1919
74) 30 Ocak 1919
75) 02 Şubat 1919
76) .. Şubat 1919
77) 07 Şubat 1919
78) 10 Şubat 1919
79)12 Şubat 1919
80).. Şubat 1919
81)15 Şubat 1919
82) 17 Şubat 1919
83)20 Şubat 1919
84) 22 Şubat 1919
85) 23 Şubat 1919
86) 24 Şubat 1919
87).. Şubat 1919
88) 01 Mart 1919
89)03 Mart 1919
90) 04 Mart 1919
91) 07 Mart 1919
92)10 Mart 1919
93) 28 Nisan 1919
94) Bir Hain
95) İzmir’in İşgali
96) Kunduracı Yuvakim
97) Erzurum ve Sivas Kongreleri
98) Güney Teşkilatı Kuruluyor
99) Sinan Bey’in Ataması
100) İngilizler Çukurova’yı Fransızlara Bırakıyor
101) Fransızlar Yönetime El Koydu
102) Tarsus’ta Durum
103) General Dufyo Geldi
104) Üsteğmen Nazmi Bey
105) General Guro Çukurova’da
106) II. BÖLÜM TEŞKİLATLANMA
107) Teşkilatlanma Emri
108) Müdafaai Hukuk Cemiyetleri
109) Tarsus’ta İkinci Teşkilat
110) Tarsus’ta Gizli Heyet
111) TBMM İlk Milletvekili Seçimi
112) Mustafa Kemal’in Talimatı
113) Millî Müfrezelerin Kuruluşu
114) Tarsus’ta Müfrezeler
115) Tarsus Grubu Müfrezeleri
116)Demirbaş Müfrezesi
117) Tozkoparan Müfrezesi
118) Çeliktaş Müfrezesi
119) Bozkurt Müfrezesi
120) Tarsus Gençler Müfrezesi
121) Gökbayrak Müfrezesi
122) Selçuk Müfrezesi
123) Kayıhan Müfrezesi
124) Süvari Müfrezesi
125) Baltalı Müfrezesi
126) Kavaklıhan Grubu
127) Göçüklü Kara Hacı Müfrezesi
128) Yanıkkışlalı Tekelioğlu Mustafa Müfrezesi
129) Bucaklı Hasan Ağa Müfrezesi
130) Polatlı Emin Ağa Müfrezesi
131) Urgankıranlı Molla İzzet Müfrezesi
132) İncirgedikli Derviş Ağa Müfrezesi
133) Aktaşlı Ali Efendi Müfrezesi
134) Kurbanlılı Akış Ağa Müfrezesi
135) Nailihürriyetten Kara Mehmet Ağa Müfrezesi
136) Karayayla Müfrezesi
137) Kamberhüyüklü Veysel Çavuş Müfrezesi
138) Eminlikten Molla Nasuh Müfrezesi
139) Efeler Müfrezesi
140) Karafakı-Arslanyürek Müfrezesi
141) Berdan Müfrezesi
142) Karacaaslan Müfrezesi
143) Urfalı Mehmet Müfrezesi
144) Pozçalılı Deli Mehmet Müfrezesi
145) Küçük Karayaylalı İnad Ali Müfrezesi
146) Selim Çavuş Müfrezesi
147) Müdafaai Vatan Müfrezesi
148) Kumdere Müfrezesi
149) Çukurova Cephesi İki Gruba Ayrıldı
150) Kuvayi Milliye
151) Fethi ve Fevzi Kardeşler
152) Fevzi’nin Bayrak Olayı
153) Fevzi Müfrezelere Yakalandı
154) Fevzi Kurşuna Dizildi
155) Fransızlar Fevzi’yi Arıyor
156) III. BÖLÜM SAVAŞLAR
157) Tarsus Cephesindeki Savaşlar
158) Tarsus’ta Yapılan Savaşlar
159) Tarsus-Pozantı Arasındaki Durum
160) I. Kavaklıhan Savaşı
161) I. Eshab-ı Kehf Savaşı
162) II. Kavaklıhan Savaşı
163) Ballıca Savaşı
164) Karboğazı Savaşı
165) 20 Günlük Ateşkes
166) I. Hacı Talip Savaşı
167) Bağlar Savaşı
168) Rasim Bey Fabrikası Savaşı
169) II. Hacı Talip Savaşı
170) Kamberhüyüğü Savaşı
171) II. Eshab-ı Kehf Savaşı
172) Fadıl Savaşı
173) Karadiken Savaşı
174) III. Eshab-ı Kehf Savaşı
175) Ankara Antlaşması
176) Kurtuluş
KİTAP HAKKINDA
Tarsus, sekiz bin yıllık tarihiyle önümüzdedir. Tarihin içinde yaşanmış önemli olaylara, tarihi kişilere ev sahipliği yapmıştır. Dinler arasındaki birleşme noktası, devletlere başkentlik yapmıştır.
Yakın tarihin önemli olaylarına şahit olmuş, kahramanlıkların yaşandığı yer olmuştur.
Tarsus’un bu zengin geçmişine rağmen, bunları gelecek nesillere aktarmakta gerekli çabayı göstermemişiz.
Tarsus ile ilgili yazılan her kitap bir değerdir. Geleceğe mirastır. Yetişen gençlerimize bilgi kaynağıdır. Ancak yayımlanan kitapları günümüzde bulamıyoruz. Yeniden basımları yapılmadığı için kitapçılarda bulamıyoruz. İyi korunamadığı için kütüphane raflarında da yer almadıklarını biliyoruz.
Yakın tarihimizin en önemli olaylarından biri “Kurtuluş Savaşı”mızdır. İlçemizde de Tarsus’un düşmandan kurtulmasıdır. Bu konuda yüzlerce kitap yazılmalıydı. Yıllar geçtikçe bu düşünülmemiş. O büyük zaferin kahramanları hayattayken bilgilerine başvurulmamış, çoğunun resimleri dahi çekilmemiş.
Yıllar önce Halk Eğitim Müdürlüğü bu çalışmayı yapmış. Tarsus’un kurtuluşunda savaşan çetelerimizle, kahramanlarımızla görüşmüşler. Konuşmaları hem ses bantı olarak almışlar, hem de not tutmuşlar. Yıllar önce bunlardan yararlanmak istediğim zaman, bunların belediye tarafından bir kurtuluş bayramı öncesi alındığını, bir daha geri gelmediğini söylediler. Tarsus tarihinin en önemli evraklarından olan bu iki klasör belge böylece kayıp olmuş. Aradan 15-20 yıl geçti. Bu belgelerden haber yok. Şimdiye kadar ortaya çıkarılmadı. Dilerdim ki biri bunları gün yüzüne çıkarsaydı. Kitap olarak temel başvuru kitabı yapsaydı. Olmadığına göre bu belgeler “gereksiz evrak kâğıtları” olarak imha edilmiştir diyebilirim. Bunu da üzülerek söylüyorum.
Bu iki klasör olsaydı, elinizdeki kitabın anlatımı daha değişik olacaktı. Olmaması, çok yakın tarihimizi nasıl koruduğumuzun simgesi oluyor.
Eskiden Türkleri kötülemek için içimizdeki hainler bazı sözde atasözü uydurmuşlar. Diğer bilmezlerle birlikte diğer hainler de bunları desteklemiş. Böylece biz demişiz, biz dinlemişiz. “Türk’ün aklı sonradan gelir” diyerek, ona uymaya başlamışız.
Şimdi de okumayan, çabuk unutan, değerlerine sahip çıkmayan bir toplum haline getiriliyoruz.
Ben de okumayanlara inat yazacağım. Duymadıklarını, unuttuklarını, okumadıklarını yazacağım.
Okumanın bir erdem olduğunu anlatacağım. Yaşı ne olursa olsun okuyan insanın “yararlı insan” olduğunu söyleyeceğim.
Her Türk gencinin öğrenmesi gereken bilgileri gençlerimize ulaştırmaya çalışacağım. Görmedim, duymadım, okumadım, özür dilerim maalesef bilmiyorum demesinler.
İşte bu kitap bu amaçla hazırlanmıştır. Yakın tarihimizin en önemli dönemini gençlerimize aktarmak.
Tarsus Osmanlı Devleti döneminde Adana iline bağlı bir ilçeydi. Mersin sancak idi. O dönemde, il ile ilçe arasındaki büyük yerleşim yerlerine sancak denirdi. Mutasarrıf tarafından yönetilirdi. İlçeler kaymakam, iller vali tarafından yönetilirdi.
Tarsus sancak olarak Mersin’e, il olarak Adana’ya bağlıydı. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile barış yapıldı. Ancak barışın anlamı, ülkemizin paylaşılmasıyla eş orantılıydı.
O tarihlerde Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı devralmak için Mustafa Kemal Paşa Adana’ya geldi. Herkesin bayram sevinciyle karşıladığı Mondros Ateşkes Antlaşmasını sadece Mustafa Kemal Paşa kuşkuyla karşıladı. Pek yakında işgallerin başlayacağını söyledi.
Mustafa Kemal, geleceği görebilen, olaylardan sonuçlarını okuyabilen büyük bir insandı. “Kalitesi ve kalibresi büyük” insandı.
Adana’da kaldığı 10 gün süresince barışla ilgili uyarılarını yapmış ve çok öneli işleri başlatmıştır.
Bu antlaşmanın işgalleri getireceğini söyledi, işgaller başladı. Halkın silahlanmasını sağladı. Bilmezler barış yaptık diye sevinirken o “savaş henüz bitmemiştir” dedi. Millî Mücadele’nin işaretini Adana verdi. 10 Kasım günü Adana’dan ayrıldı.
İngiliz ve Fransızlar kasım ayından itibaren Mustafa Kemal’i haklı çıkararak işgallere başladılar. Fransız üniforması giyinmiş olan Ermeni lejyonlarıyla sonradan göçen Ermeni göçmenlerin cinayetleri, onlara hamilik yapan Fransızları bile utandırmıştı.
Mersin’in, Tarsus’un işgal edilmesi, işgal yıllarında yaşananlar hiç unutulmayacak birer derstir. Yetişen gençlerimizin bunları öğrenmesi gerekmektedir.
İşgale, mezalime ve esarete karşı çıkan insanlarımızın “çete” namıyla silahlanmaları, başkaldırmaları, donanımlı orduya karşı savaşmaları olağanüstü bir uğraşın yaşanmasıdır. Yapılan mücadelenin büyüklüğünü bilmek, tanıtmak, hayallere kazımak gerekir.
Her an ölümle yüz yüze yaşanan işgal yıllarında kahramanların nasıl savaştıklarını çocuklarımıza öğretmeliyiz.
İnancın, azmin, haklılığın zafere ulaşması her zaman mücadele ile olur. Teşkilatlanmanın ne kadar önemli olduğu, neleri başardığını göstermemiz gerekir.
İşte bu kitapta işgali, işgal yıllarını, esarete karşı direnenleri, savaşanları ve zafere ulaşanları okuyacaksınız. Ben, öğrendiklerimin bende kalmasını istemediğim için bu değerli bilgileri gençlerimize aktarmaya çalıştım. Zafere giden yolda şehit olanları ve gazilerimizi rahmetle anarken, yetişen çocuklarımızın aynı ruh ve heyecanı benimseyerek yaşayacaklarına inanmaktayım.
Halil İbrahim YILDIRIM
Tarsus, 2008
I. BÖLÜM
GENEL DURUM
İŞGALLER
İŞGAL VE KURTULUŞ GÜNLÜĞÜ
KURTULUŞ SAVAŞINDA TARSUS
SAVAŞ
28 Haziran 1914 yılında, Avusturya-Macaristan Veliahdı Arşidük Ferdinand ile karısı, Saraybosna’da Sırplı Gabriel Pirençip adlı bir genç tarafından öldürüldü. Bu siyasi cinayet sonrası Birinci Dünya Savaşı başladı.
Osmanlı Devleti, Almanya’nın etkisinde kalan hükûmetin ve özellikle Enver ve Talat Paşaların özel gayretleriyle bu savaşın dışında kalamadı.
Birinci Dünya Savaşı dört yıl sürdü. Savaşa her bakımdan hazır olmayan ordularımız çok geniş bir coğrafyada savaşmak zorunda kalmıştır.
Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra yüzlerce Tarsuslu, cephelerde savaşa katılmışlardır. Yedi cephede savaşan Osmanlı orduları büyük kahramanlık ve eşi görülmemiş fedakârlıklar gösterdi. Tarsuslu yiğitler, Çanakkale, Yemen, Irak cephelerinde savaştılar. Binlercesi şehit oldu. Tarsus’ta ve köylerinde hemen her evden bir kişi şahadete kavuşmuştu. Genç ve eli silah tutanlar savaşta olunca, Tarsus ve köyleri yaşlılara, kadınlara ve çocuklara kaldı. Köylerde ağır tarım işleri de bunlara kalmıştı.
Dört yıl süren savaş açlığı, yoksulluğu da beraberinde getirmişti. Açlık günden güne artmaktaydı. Darı sömeği, süpürge tohumu gibi yabancı maddeler karıştırılmış bir ekmek için saatlerce fırın önlerinde bekleniliyordu. Ayrıca açlık ve yokluk, hastalıklarında çoğalmasına sebep olmaktaydı. Ticaret ise tamamen durmuş gibiydi. Savaşın sonlarına doğru ve savaştan sonra ortalıkta pek çok asker kaçağı dolaşmaya başladı. Her yerde jandarma ve askerî birlikler bunları aramaya başladı. Bu gezici birliklerin bazıları halka eziyet etmeye başladılar. İnsanlarımız dört yıl süren savaştan zaten bezmişler, kayıplarından dolayı içleri yanıyordu. Yokluk ve hastalık ise bezdirmişti. Bir de bunun üzerine gezici birliklerin eziyeti çekilmez oluyordu.
SAVAŞIN SONU
30 EKİM 1918
Yedi cephede savaşan Osmanlı Devleti, birlikte savaştığı Almanya ve Avusturya-Macaristan’dan sonra barış istemek zorunda kaldı.
30 Ekim 1918 yılında yapılan Mondros Antlaşması ile savaş resmen bitti. Bununla 1458 gün devam etmiş olan Birinci Dünya Savaşı fiilen sona ermiş oldu. Savaş, 4 yıldan ancak 2 gün eksik sürmüştü. Ruslarla yapılan savaşın başlangıcı dikkate alınırsa 4 yıldan 7 gün fazla idi.
Mondros Mütarekesi (Ateşkes Anlaşması), Midilli adasındaki Mondros Limanı’nda, İngiliz Kraliyet Donanması gemilerinden “Agamemnon”da saat 20.03’te imzalandı. Antlaşmanın şartları 31 Ekim 1918 günü 12’den başlayarak yürürlüğe girdi.
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın kesinleşen metnin özeti şu şekildedir:
*Çanakkale ve İstanbul Boğazları işgal edilecek,
*İtilaf devletlerine ait savaş esirleri İstanbul’da toplanarak teslim edilecektir. Osmanlı esirleri ise İtilaf devletleri elinde tutulacaktır,
*Ordu terhis edilecektir,
*Donanma teslim edilecektir,
*Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek noktaları işgal etme hakkına sahiptir,
*Toros tünelleri işgal edilecektir,
*Telsiz-telgraf ve kadroları İtilaf devletleri tarafından kontrol edilecektir,
*Demiryolları kontrol altına alınacaktır,
*Terhis edilecek Ordu’nun teçhizat, silah ve cephanesi teslim edilecektir,
*Altı ilde karışıklık çıktığı takdirde İtilaf devletleri işgal edebilecektir.
YERLİ CASUSLAR
Mersin’de, Tarsus’ta, Adana’da yaşadılar. Ekmeğimizi yediler, yurdumuzda zengin oldular. Buna rağmen bize hıyanet ederek düşmana casusluk yaptılar. Bunlardan bir bölümü 1918 yılının Temmuz ayı ortalarında yakalandı. Bir gece yarısı, Mersin açık limanının iç kısmında bir sandal dikkatten kaçmadı. Güvenlik kuvvetleri sandala el koydu. Sandalda üç kişi ve bir torba dolusu belge vardı. Yapılan soruşturma ve alınan ifadelerden sonra, sayıları 40 kişiyi bulan bir casus örgütü tespit edildi ve yakalandılar.
Tutuklanan casuslar Yakaköy sırtlarında kurulan çadırlarda 68’inci Alay’a mensup bir birliğin gözetimine verildi. 23’üncü Tümen’in Özel Harp Divanı’nca (Askerî Mahkeme’ce) yargılandılar. Bu hainler, Kıbrıs’taki İngiliz casus örgütü ile çalıştıkları anlaşıldı. Bunlar belgeleri sandallarla, açıkta bekleyen İngiliz torpidosuna götürdükleri öğrenildi. Belgelerin hemen tamamı askerî sırlarla ilgiliydi. Harp Divanı, bunların bir bölümüne idam, diğerlerine de çeşitli cezalar verdi. Harp Divanı’nın verdiği bu karar, onaylan için Ordu Komutanlığı’na gönderildi. Ama bu sırada Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı için bu hainler cezasız kaldılar ve serbest bırakıldılar. İşgal yıllarında da, bu kişiler düşmanla işbirliği yaptılar. Fransızların Çukurova’dan çekilmek zorunda kalması ve imzalanan Ankara Antlaşması’ndan sonra bu sütü bozuklar, Türk’ün merhametinden yararlandılar. Ömürlerinin sonuna kadar Mersin’de yaşadılar.
MUSTAFA KEMAL PAŞA ADANA’DA
31 EKİM 1918
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 30 Ekim 1918 günü, İtilaf devletleri ile Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalandığını ordulara ve illere bildirdi. Osmanlı ordusunda görevli Alman subayları görevi bırakacaklardı. Bundan dolayı Liman von Sanders’in yerine Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Komutanlığı’na atandı. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, komutayı Mustafa Kemal Paşa’ya bırakarak İstanbul’a dönmesini General Sanders’e bildirdi. Liman von Sanders de, Mustafa Kemal Paşa’yı Adana’ya çağırdı.
Sanders’ten aldığı haber üzerine, 7’nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na yazdığı şifre telgraf ile Raco’dan (Suriye’den) Adana’ya hareket edeceğini bildirdi.
“Yedinci Ordu, Halep kuzeyindeki durumu belirlemişti. 1918 yılının son aylarında bulunuyorduk. Bu sırada, Genel Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nın bana verildiğini belirten bir telgraf aldım. Yedinci Ordu Komutanlık Vekâleti’ne, Kolordu Komutanlarımdan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’yı atayarak Grup Karargâhı’nın bulunduğu Adana’ya gittim.”
Mustafa Kemal Paşa, 31 Ekim 1918 tarihinde Adana’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa Adana’ya gelişini şöyle anlatmaktadır:
“Grup Karargâhı Adana şehri içinde büyücek bir oteldeydi. Liman Von Sanders’le kurmayını bu otelde buldum. Yedinci Ordu Karargâhı’ndan bu heyetle buluşuncaya kadar otomobille, gece-gündüz, uyumaksızın, bozuk ve fena yollar üzerinde uzun bir yolculuk yapmıştım. Uzun bir yol, diyorum. Bu uzunluğun ne olduğunu “Katime”den Adana’ya giden kara yolunu harita üzerinde pergelle ölçerseniz, daha doğru anlamış olursunuz.
Niçin bu kadar acele ediyordum, bunu açıklamak güçtür. Hatıra gelebilir ki, bu acelenin nedeni, Ordu Komutanı bulunan bir genç generalin ordulardan kurulu bir guruba komutan atanmış olmasından doğan bir sevinçtir. Oysa bu yargı savaş başında bu çeşit olupbittilere ulaşmamış olanlar için doğru olabilir. Çünkü böyle büyük kuvvetlerle vatana onurlu ve tarihsel görevler yapmak umudu, insana çok kuvvet ve zindelik verecek etkenlerdir. Fakat savaşın sonunda, yıkım ve perişanlık görüntüleri karşısında, aynı yargıyı yürütecek mantık sahibi bulunmaz, sanırım.
O halde beni çok yorgun düşüren bu acelenin sebebi ne idi?.. O zamanki duygularımı olduğu gibi aktarmak güç olmakla birlikte, şu kadarını hatırlıyorum ki, bir an önce Adana’ya ulaşmak, güney cephelerine daha egemen bulunan kuvvetlerin başında olarak, İstanbul’la aracısız konuşmak, görüşlerimi uygulamak için elverişli bir fırsat olacağını sanıyordum. Bu sanımda ne ölçüde doğruluk olduğunu bundan sonraki olaylardan anlayacaksınız. Umutlarımın boşa çıktığını görürseniz, bunun nedenlerini, inceleyebilecek kadar belgeyi de size vereceğim.
Mareşal Liman von Sanders’in karargâhında, büyük bir incelik ve özen içinde dinlendirildim.
Şimdi yalnız Liman von Sanders’le ben, onun komutanlık bürosundayız, ikimiz bir masada, karşılıklı, ayaktayız. Liman von Sanders, doğal inceliği ve terbiyesiyle, fakat çok dokunaklı bir dille, bana şu tümceleri söyleyerek komutayı bıraktı ve verdi.
‘Ekselans!... Siz savaş cephelerinde, Arıburnu’nda, Anafartalar’da çok yakından tanıdığınım komutansınız. Aramızda belki, -gerçi- olaylar, olgular oldu, fakat sonunda bunlar bizi birbirimize daha iyi tanıtmış oldular. Yürekten dost olduğumuzu sanıyorum. Bugün, Türkiye’yi bırakmaya zorlanırken, buyruğum altındaki orduları, Türkiye’ye ilk geldiğim zamandan beri beğenmekte olduğum bir komutanına veriyorum. Bu genel yıkım içinde bahtsızlık duymamak olası değildir. Ben, yalnız bir şeyle avunuyorum, komutayı size bırakmak ve vermekle... Bu dakikadan başlayarak buyruk sizindir, ben sizin konuğunuzum.’
Mareşal’in dokunaklı sözleri, beni de duygulandırdı. Hiçbir karşılık vermedim, sadece ‘oturalım’ dedim. Karşı karşıya oturduk, birer sigara yaktık ve benim ricam üzerine o, birer kahve de ikram etti. İkimizde durgun, birbirimize bakıyorduk. Bu anda zihnimden geçenler neydi?...”
Mustafa Kemal Paşa, Mareşal Liman von Sanders’in Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı kendisine devrettiğini Genelkurmay Başkanlığı’na bildirdi.
“BAŞBAKANLIK GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NA
Mareşal Liman von Sanders Paşa Hazretleri buyruklarınıza uyarak beni Adana’ya çağırmış ve bugünden geçerli olarak Grubun komutasını bana vermiştir. Yedinci Ordu Komutanlığı Vekilliği’ni Tuğgeneral Ali Fuat Paşa’yı bırakarak Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı yürütülmeye başlanmışsa da bu konuda şu anda bile Başbakanlığınızdan buyruk alınmadığı arz olunur.
Padişah’ın Fahri Yaveri
M. Kemal.”
Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı devralınca, kuvvetleri yeniden düzenlemek düşünce ve inancındaydı.
Mustafa Kemal Paşa, yeni görevinde yeni düşünceler içindedir:
“Yıldırım Orduları Komutanlığı’nı üzerime aldıktan sonra, düşündüğüm esaslı noktalar şunlardı: Doğrudan doğruya elim altında bulunan kuvvetleri, geçirdikleri bütün vartalara rağmen, gerçek kuvvet haline getirmek, düzenlemek, örgütlemek, güçlendirmek!.. Hicaz Seferi Kuvvetleri’ni, Maan Kuvvetleri’ni hiç de hesaba katmayı düşünmedim. Onların zaten tutsak olmaya hükümlü olduklarını, iki yıl önce, Cemal ve Enver Paşalara anlatmıştım.
Musul çevresindeki Altıncı Ordu’yu, kullanmaya elverişli durumda görmek isterdim. Bu amaçla, bu ordunun komutanı ile doğrudan doğruya haberleşmeye giriştim. İstanbul ve Çanakkale çevresindeki kuvvetlere umut bağlamıyordum. Doğu’da, Azerbaycan ve İran’da bulunan ordularla hiçbir ilişkim ve haberleşmem yoktu. Onlar için daha bir şey düşünecek halde değildim. Aden kapısını zorlayan Sait Paşa tümeninin varlığını bile hatırlamıyorum. Fakat her şeyden önce, elim altında bulunan, istediğim biçimde güçlendirilmesi halinde, bütün felaketlere rağmen, Türk sesini duyurabileceği inancındayım.
Bu yolda işe başladım. Bana yardım eden ordu, kolordu komutanları ve kurmay arkadaşlarım, benim bütün görüşlerimi kavramış ve bana her ihtimale karşı yardım etmeye söz vermiş kişilerdi. Bu yapıda olmayanlar da vardı. Onları birer biçimde etki dışında bıraktım. Tutalım-Menzil Müfettişi Avni Paşa (ki daha sonra Bahriye Nazırı ve vekil olarak ‘Harbiye Nazırı’ olmuştur) ben ve arkadaşlarım bu temel görüş üzerinde çalışırken İstanbul’dan, Sadrazam’dan “... her ordunun kendine ait hususatı derhal tatbiki lazımdır.” emrini aldım.”
MUSTAFA KEMAL BÖLGEDE
MİLİS TEŞKİLATINI CANLANDIRDI
31 EKİM 1918
Mustafa Kemal Paşa, Ateşkes maddelerinin olumsuz şartları karşısında sadece hükûmeti uyarmakla kalmadı. Derhal Adana ve Mersin’de yüksek rütbeli komutanlar, mülkî amirler ve güney bölgesinin ileri gelenleriyle görüşmeler yaptı. 31 Ekim 1918 günü bu kişilere açık ve gizli, yazılı ve sözlü birçok talimat ve emirler verdi.
Mustafa Kemal’in güney bölgesindeki görevlilere ve ileri gelenlere verdiği talimat ve emirlerin önemlileri şöyledir:
1) Mütareke maddelerinin kaypaklığı dolayısıyla İngilizlerin buna uyamayacaklarından şartların ıslahı için Ahmet İzzet Paşa’yı uyarma;
2) Türkiye’deki müttefik birlik ve kumandanlarının bir an evvel yurtlarına dönmelerinin, taşıma araçlarının ve yiyeceklerinin temini;
3) Güney bölgesindeki jandarma teşkilâtına önem verilerek kadrosunun arttırılması;
4) Terhis edilen yedek subayların güney bölgesinde komiser, komiser muavini ve bucak müdürlüğüne atanması;
5) Menzil depolarındaki ağır ve hafif silahlarla, cephane, malzeme ve giyeceklerin birliklerdeki ağır silahların Pozantı’nın kuzeyine taşınması ve depolardaki yiyecek maddelerinin birliklere dağıtılması;
6) Orduların terhisinde genç yaşta olanların terhisinin geciktirilmesi;
7) Halkın silahlandırılması için bir kısım silah ve cephanenin dağıtılması;
8) İlerdeki savaş için güney bölgesinin uyarılması.
Mustafa Kemal, aynı gün Mersin’e geldi. Burada 23. Tümen Komutanı Albay Bahaeddin Bey’in misafiri olmuştur.
Geç vakte kadar buradaki konuşmalarında durumun kötüye gitmekte olduğunu anlatmış ve alınacak tedbirler üzerinde durmuştu. Bu arada Mutasarrıf ve Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Talat Bey’i çağırtmış, karakollar, miktarları ve silahları hakkında bilgi almıştır. Daha sonra Silifke sınırları ve Toros eteklerinde karakolların arttırılmasını, depodaki yeni silahların bol cephane ile dağ köylerine dağıtılmasını tavsiye etmişti. Paşa’nın bu isteği üzerine Talat Bey Seyyar Jandarma Müfrezesi Komutanı Arslanköylü Hüsnü (Yıldırım) vasıtasıyla dağ köylerine silah ve cephane dağıtmışlardır.
GENEL DURUM
31 EKİM 1918
Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanınca savaş sona ermişti. İmzalanan maddelerin ne anlama geldiğinin düşünen yoktu. Ayrıca yabancı egemenliğini kabul etmeye hazır durumdaydılar. Ateşkes antlaşmasını imza edince, Padişah, hükûmet görevlileri, Hürriyet ve İtilaf Partisi yöneticileri ile bazı aydınlarımız, durumu bir kurtuluş gibi gördüler. Bu kurtuluşun anahtarını da bazıları İngilizler, bazıları da Amerikalılarda olduğunu sandılar.
Barışın ilk günleri, durumu bütün illere, ordulara bildirmek; yapılacak ve yapılması gereken işlerin konuşulması ile geçti.
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 31 Ekim günü saat 18.00’de gönderdiği şifre ile ateşkes yapıldığını, şartlara kesinlikle uyulmasını ve bu emrin alındığının bildirilmesini istedi.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gitmek üzere trene binen Liman von Sanders’i uğurladıktan sonra, Sadrazam’a ateşkes emri ile ilgili bilgi verdi. Mustafa Kemal, ateşkes emrini saat 18.45’te aldığını, gerekenlere gönderdiğini bildirdi. Ancak, antlaşma metnini görünce canı sıkıldı. Antlaşma metninde yer alan bilgilere dayanarak, başımıza gelebilecek olan olayları hükümete bildirdi. Bu telgraf, başımıza gelecek olayların bir belgesidir. Mustafa Kemal, olayları bir bir sıralamış ve uyarı görevini yerine getirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, Adana’da Murat Palas otelinde hükûmete şu telgrafı çekti:
“Her ne sebebe binaen olursa olsun, İngilizlerle akdedilen mütarekenin imza altına giren mazbut şekli, Osmanlı Devleti’nin siyanet ve selametini kâfi mana ve mahiyette değildir. Adı geçen maddelerin önemli ve gösterilenlerin hepsinin bir an önce tespiti lazımdır. Yoksa İngilizlerin tekliflerine bugüne kadar olduğu tarzda itaat edip baş eğme devam edildiği takdirde bugün Payas-Kilis hattına kadar Kilikya bölgesinin ve daha sonra Konya-İzmir hattının işgali tekliflerinin birbiri arkasına geleceğine ve sonuçta ordumuzun kendileri tarafından seçilmesi lüzumu gibi tekliflerin karşısında kalmak uzak kalmayacaktır. Aciz ve zaafımızın derecesini pek iyi bilirim. Bununla beraber devletin yapmaya mecbur olduğu fedakârlığın derecesini tayin ve sınırlandırmak kanaatini muhafaza ederim.
Grup Komutanı
Mustafa Kemal.”
MUSTAFA KEMAL HÜKÛMETİ UYARIYOR
01 KASIM 1918
Mondros Ateşkes Antlaşmasının şartlarını okuyan Mustafa Kemal Paşa, maddeler arasında gizli kalan tehlikeyi sezmişti. Bu tehlike ne idi? Bazı bölgelerin çeşitli bahanelerle işgal edilebileceğiydi. Mustafa Kemal Paşa da bu durumu açıklamıştı. İşte Mustafa Kemal’in söylediği işgallerin ilki Musul ile başladı. Daha barışın birinci günü işgale başladılar. İngiliz Generali Marshall, 01 Kasım 1918 günü, Musul’un İngilizlerce işgali emrini verdi. Ve oradan başlayan işgal dalgası yukarıya doğru devam etti.
02 KASIM 1918
Mustafa Kemal, 02 Kasım günü, imzalanan antlaşma gereğince ordunun terhis olabileceğini ve terhis ile ilgili tedbirleri Genelkurmay Başkanlığı’na bildirdi.
“BAŞKOMUTANLIK GENELKURMAY BAŞKANLIĞI’NA
Adana, 02 Kasım 1918
Ateşkes şartları Grupça her ne denli kesin olarak bilinmiyorsa da bu antlaşmayı bir asker bırakma (terhis) izlemesi beklendiğinden bu konudaki Grup’un görüşlerini aşağıda sunuyorum:
1) Terhis için yalnız doğum durumları ilke alınarak şartsız –sınırsız terhis buyruğu verilecek olursa, ordunun terhisinde, tutsakların götürülmesinde, özetle terhisin yurt içinde bütün görevlerde karışıklıklar yaratacak ve bu karışıklık Türk görevlilerden yitik vermek yolu ile sonuçlanacaktır. Bundan dolayı, terhis buyruğu ile birlikte bütün demiryolu görevlilerinin yakacak ve yiyecek görevlileri ve işçisinden yedek subaylarının terhis dışı bırakıldıkları ve bunların sonradan terhis edilecekleri ancak demiryolu görevlilerinin aylıklarının bir kat daha arttırıldığı ve er ödeneği ile çalıştırılmakta olan bütün demiryolu yakıt işçilerine birer ya da ikişer aylık verileceği görüşünün açıklığa kavuşturulmasına buyruk verilmesi.
2) Terhis olunan kişilerin her ne kadar bir yörece topluluk ve birlik olarak gidecek ve konak yerlerinde beslenmeleri sağlanacaksa da yurdun her yerinde konaklama yerleri ve beslenme düzeni olmadığından, kişinin konaklama yerinden ayrılarak yalnız başına gitmek zorunda kalacağı yerlerde yiyeceğini sağlayabilmek için gündelik yol katık parası gibi ayrıntılı hesaplardan olmak üzere terhis olunan her ere birliğince kesin olarak iki lira ve bir miktar da yiyecek verilmesinin buyurulması.
3) Demiryolları gücünün sınırlı olduğundan ve bu güçteki yol üzerinde hem binlerce askerin, hem de tutsakların değişik yerlere taşınması imkânsız olduğundan İtilaf devletleriyle yapılan Ateşkes şartlarında tutsakların verilmesi ve binecekleri iskelelere gönderilmeleri için geçecek sürenin çok olarak belirlenmesinden dolayı buyruk verilmesi dilenir.
4) Şimdiye kadar olduğu gibi ajanslar resmî ve özel basın ve yazılan yazılar ikide birde terhisten yazacak olurlarsa yapılan çalışmalara karşın asker arasında disiplin sağlanmasına imkân bulunmayacağı ve tren taşımacılığı nedeniyle, her erin taşınmasını beklemeyerek yöresine kavuşmak amacı ile kaçması olası olduğu, Rusya ve Bulgaristan’da görülen bu durumlar birde ordumuza bulaşırsa, orduda kalması gerekenlerin bile dağıtılması gibi sonuçlar karşısında kalınacağı durumunu yüksek görüşlerinize sunarım.
5) Dileğim kabul buyurulduğunda terhis olunacak askerlerimizin gidecekleri yerlere hızlı ve sağlıklı olarak gitmesi ve orduda kalanların disiplini yerinde bir birlik olarak kalması sağlanacak, bu yapılmadığında birçok salgınlar, açlıklar, düzensizlikler yüzünden ülke ve ordu zararlara uğrayacaktır. Efendim.
Grup Komutanı
Mustafa Kemal.”
BARIŞ ŞARTLARI
03 KASIM 1918
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 03 Kasım günü Mondros Ateşkes Antlaşması şartlarını bütün ordulara bildirdi. Her ordunun kendisine ait konuları derhal yerine getirmesini ve gerektiğinde açıklama yapılacağını bildirdi.
Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın bu emri karşısında sessiz kalamadı. Aynı gün düşüncelerini bildirdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın karşı düşünceleri şöyledir:
“Bu emre konulmuş ateşkes antlaşması şartları cümlece malumdur. Onu ben size tekrar etmeye lüzum görmüyorum. Bu ateşkes antlaşması baştan sona kadar inceledikten sonra bende hâsıl olan kanaat şu idi: Osmanlı Devleti bu ateşkes antlaşması ile kendini kayıtsız şartsız düşmanlara teslim etmeyi uygun görmüştür. Yalnız uygun görmüş değil, düşmanların memleketi istilası için ona yardımı da vadetmiştir. Bu beni çok hazin düşüncelere sevk etti. İstedim ki İstanbul Hükûmeti’ni biraz aydınlatayım. Buna çalıştığımı zannederim. Fakat bu zemin üzerinde iki tür düşünce ve fikir ortaya çıktı. Ben size bunu hikâye etmeyeyim. Tercih ederim ki şimdiye kadar kısmen malûm olmuş olan belgeyi aynen göndereyim. O belge benim bu dakika söyleyeceklerimden çok kuvvetlidir. Bu belgeyi okuduğunuz zaman göreceksiniz ki ben yapılan ateşkes antlaşması sakatlığını gördüm. Bu sakat noktaların düzeltilmesine çalışmak lüzumuna kaani olarak ilgili makamlara söyledim. Bu ateşkes olduğu gibi tatbik edildiği halde memleketin baştan sona kadar işgal ve istilâya maruz olacağı kanaatimi öne sürdüm. Düşmanların her dediğine semi’na ve eta’na demekten doğacak sonucun bütün Türkiye’ye işgalcilerin hâkim olmasıyla sonuçlanacağına şüphe edilmemek lazım geldiğini ve bir gün Osmanlı kabinesinin düşmanlar tarafından tayin edileceğini anlattım.
Bunun için hiç de kehanete lüzum yoktu. Kendini zayıf ve aciz gören insanlar, nispeten kavi ve azimkâr insanlardan merhamet diledikleri zaman mutlaka kendilerine acındıracaklarına kaani olmak için bilmem ne his ve haslette olmalıdırlar.”
Aynı gün, Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’dan Mondros Anlaşması’nın bazı maddelerinin açıklanmasını ve alınacak tedbirleri sordu. Bu sorular arasında, Toros tünellerinin işgali, Suriye ve Kilikya’nın sınırı, 20’nci maddedeki talimatın ne zaman ve nereden alınacağı vardı.
Yine aynı gün, Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın uygulanmasında esas olacak maddeleri, 2’nci ve 7’nci Ordulara ve Adana Valiliği’ne bir emirle bildirdi.
Mustafa Kemal Paşa’nın emri aşağıdadır:
“Bildirilen Ateşkes Anlaşması şartlarına göre yerel olarak alınacak kararlar için, İtilafçılarla görüşmek zorunda kalacak alt derece komutanlar ne ölçüde dirençli olarak ve çevreyi görerek görüşmeyi yönetirlerse o şartların ağırlığı bir oranda hafifler.
Eğer bu görüşmeler yönetilemezse şartlar gittikçe bizim için daha ağır biçimlere girer. Ve içinden çıkılmaz görüşlere yol açar. Şimdiden her türlü hazırlanmış olmamız gerekir. Bunun için aşağıda belirttiğim konulara dikkat edilmesini rica ederim:
1) Suriye sınırı Suriye İlinin kuzey sınırı sayılmalıdır. Bu sınır Lazkiye kuzeyinden Haşeyhun güneyinden geçerek doğru uzar.
2) İskenderun, Antakya, Cebelsem’an, Katma, Kilis yöresinin Türklerin oturduğu ve Halep halkının dörtte üçünün Arapça konuşur Türk olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu temel ilke sayılmalıdır.
3) Ateşkes Anlaşmasının şartlarında yeterli açıklık olmadığından ayrıntılı şartların bildirilmesine değin bir işgal kuvveti çıkartılmaması her zaman öngörülmelidir.
4) Toros tünellerinin İtilaf birliklerince korunacağı yazılıdır. Bu birliğin nereden geleceği açık değildir. Adana Hat Komutanı ve Müfettişliği bu tüneller İtilafçılarca işgal edilse dahi aynı zamanda onlarla birlikte bizim askerin dahi kalmasının sağlanmasına çalışılacağından, emri altına verilen koruyucu birliklerin... terhis edilmeyecek en genç erlerden mesela 1894; 1900 doğumlularından iyi subaylar komutasında iyi birlikler kurulmasına çalışmalı ve şimdiden görevleri hakkında açık talimatlar verilmelidir.
5) Gerektiğinde İtilafçılarla görüşmek için aşağıdaki kişilerden oluşturulacak görüşme kurulu 05.11.1918’de Adana’da toplanacaktır:
15’inci Kolordu Komutanı Tuğgeneral Ali Rıza Paşa
12’nci Kolordu Komutanı Albay Fahrettin Bey
Grup Sağlık Müfettişi Albay İbrahim Tali Bey
İl Yabancı İşleri Müdürü
6) İkinci Ordu, Grup bölgesindeki kıyılardan bırakılmış olan torpilleri taramak ya da yok etmek için Deniz birliği hazırlayacak ancak istek olmaksızın torpiller taranmayacaktır.
7) Almanlardan eşya teslimine memur olan kaldırılmış karargâhlarını görevleri gelecekte çok önemli bir biçime gireceğinden bu kuralların sürekli bir nitelikleri olacak biçimde aksatılmaksızın güçlendirmeleri gerekir.
Muzaffer Sedat M. Kemal
8) 2’nci ve 7’nci Ordulara, Adana Yüksek İl Katına, Adana Hat Komutan ve Müfettişliğine yazılmıştır.
Şifre edilmiş, telgrafhaneye verilmiştir. 03.11.1918”
İLK İŞGAL: İSKENDERUN
Bu ara, İtilaf devletleri, İskenderun limanındaki torpilleri tarayacaklarını bildirdiler. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığı’na gönderdiği yazıda, İtilaf kuvvetlerinin İskenderun Limanı’nda torpil arayabileceklerini bildirdi. Ancak şehri işgal etmeğe hakları bulunmadığını, bununla beraber şehre zorla girmek isterlerse “üzerimize ateş etseler dahi” karşılık verilmemesini, durumun sadece İngilizler katında protesto edilmesini bildirdi.
Sadrazam böyle diyor, ama İngilizler tam tersini söylüyordu. 03 Kasım 1918 günü Fransızların Iryalet (Arbalet) adlı savaş gemisi İskenderun Limanı’na geldi. Türk Mevki Komutanı, geliş sebeplerini ve ne istediklerini sorunca, limandaki torpilleri toplayacaklarını, buna yardımcı olmalarını ve kasabayı işgal edeceklerini söylediler.
İskenderun Liman Müdürü Hakkı Bey, durumu Adana’daki Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdi. Konuyu 41’inci Tümen Komutanlığı’na da bildirdiğini, geminin direğinde beyaz bayrak çekili olarak limanda demirli bulunduğunu ekledi.
Mustafa Kemal de, 03 Temmuz 1918 günü İskenderun’daki durumu Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya acele olarak bildirdi. Ahmet İzzet Paşa da verdiği cevap emrinde, İskenderun işgaline karşı konmasını istedi. Ancak zorla işgal etmek isterlerse de ateş edilmeden şehre girilmesine izin verilmesini ve sadece protesto edilmesini istedi.
İngilizler aynı gün Musul’a da girdiler. Buradaki Alman Konsolos binasına yerleştiler.
SADRAZAM BARIŞ ŞARTLARINI AÇIKLIYOR
04 KASIM 1918
Mustafa Kemal Paşa, Ateşkes şartlarını öğrendiği günden itibaren maddelerin satır aralarındaki tehlikelere karşı tepkisini açıklamaktan çekinmemişti. Ateşkes maddelerinin tamamının aleyhimizde olduğunu açıklamıştır. Ayrıca bazı maddeler hakkında Sadrazam’ın yorumlarını istemiştir. Bunların başında terhis işlemi, Kilikya sınırı ve Toros tünelleri ile ilgili sorular gelmektedir.
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, bu konulara açıklık getiren 04 Kasım akşamı verdiği cevabında, Amanos tünelleri hariç, Toros tünellerinin İngilizler tarafından işgal olunabileceğini bildirdi.
Sadrazam, ayrıca 04 Kasım günü, Kilikya sınırı konusunda Mustafa Kemal’in İskenderun ile ilgili olarak sorduğu sorulara cevap verdi. Ancak bu cevap, gerçeğe pek yakın değildi.
MİLLETİN KENDİ HAKLARINI ARAMASI
05 KASIM 1918
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 05 Kasım günü Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği cevapta, “İngilizlerin İskenderun’u işgale hakkı olmamakla beraber İskenderun’dan faydalanmak istemeleri de haklı bir istek mahiyetindedir.” dedi.
Mustafa Kemal Paşa, Adana’ya çağırdığı Ali Fuat Paşa ile 05 Kasım günü görüştü. Görüşmenin özü, gelecek günlerin önemi ve özellikleri idi. Mustafa Kemal, önümüzdeki günlerin programını şöyle açıklamıştır:
“...Artık milletin bundan sonra kendi haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu kadar bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz lazımdır.”
Mustafa Kemal Paşa, yine 05 Kasım günü, emrindeki kuvvetlere, İskenderun’a asker çıkarılması halinde ateşle karşılık verilmesi emrini verdi.
Mustafa Kemal Paşa, aynı gün İstanbul’a da telgraf göndermiştir. Sadrazam ve Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği şifrede, 6’ncı ve 7’nci Orduların tesliminin isteneceğini düşünerek, orduların büyük kısmını savunma sınırlarının kuzeyine almak istediğini ve Toros tünelleri ile ilgili sorulara cevap verilmesini bir kere daha bildirdi.
Mustafa Kemal’in telgrafı şöyledir:
1) Toros tünelleri işgal kuvvetlerinin miktarı İngiliz Komutanlığı’nca bildirilir, buyurulur. Bu kuvvet mesela gerektiğinde bütün Anadolu’yu hükmü altına geçirecek derecede dahi olursa izin verilecek midir?
2) Suriye’deki garnizonların teslimi maddesi, ne olur ne olmaz diye düşünülerek yazılmış bir maddedir buyuruluyor ve sonra gelen cümlelerde cephede bulunan birliklerin bu konuyla ilgisi olmayacağı açıklanıyor. Benim anlayışıma göre söz konusu maddenin İngilizlerce bizi aldatmak için yazdırılmış olduğuna ve yüksek hükümet delegelerinin imzalarını attıkları Ateşkes Anlaşması şartlarının taraflarca başka başka anlaşıldığına kuşku yoktur. Çünkü yine aynı maddede cephede bulunan birliklerin Suriye Bölgesi’nde bulunmadığı varsayılmasına karşı İngilizler bu geceki (05-06.11.1918) raporla ayrıntıları bilgilerinize sunulacağı gibi Suriye Bölgesi’nde bulunuyor diye Yedinci Ordu’nun teslimini önermişlerdir.
Gerekirse bildirileceği irade buyurulan (Kilikya) sınırını sormaktan amacım bu tarihî adı ve bunun sınırını resmen kabul eden Yüksek Hükûmetimizin bu bölgeyi gösteren İngilizce Atlas’ta “Kilikya” bölgesinin doğusunda (Suriye) kuzey sınırının Maraş kuzeyinden geçtiğini göz önüne alıp almadığını anlamaktı. Çünkü bence Adana adı yerine Kilikya tarihî adını kullanan İngiltere Hükümeti’nin Suriye sınırı da Kilikya Kuzey sınırının doğuya uzantısı olarak kabul ettiğinden kuşku yoktur.
Bu zan, Irak sınırının İngiliz Komutanı’nca Alman Altıncı Ordu Komutanı’na gönderilen haritada Siirt’ten geçtiğinin gönderilmiş olmasıyla da doğrulanıyor. İngilizlerin birkaç günden beri İskenderun’a asker çıkartmaktan ve Halep’te milyonlarca yiyecek varken oradaki kuvvetleri beslemek için yiyecek getireceklerinden söz etmeleri de İskenderun’un Kilikya bölgesini gösteren haritada ve Kilikya sınırları üzerinde bulunuşundandır.
Çok ciddi ve içtenlikle bilgilerinize sunmak isterim ki, Ateşkes Anlaşması’nın şartları arasında yanlış anlamaları giderecek önlemler alınmadıkça Orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak İngilizlerin tutkularının önüne geçme imkânı kalmayacaktır.
Mustafa Kemal”
06 KASIM 1918
Mustafa Kemal Paşa, 06 Kasım günü de, Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği şifrede, İngilizlerin İskenderun’u işgali halinde ateşle karşılık verilmesi emrini verdiğini bildirdi. Bu durumda Genelkurmay Başkanlığı’nın emirlerini yerine getiremeyeceği için yerine bir başkasının atanmasını istirham etti.
Sadrazam, ateş emrini geri almasını rica etti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, birliklere verdiği, “İskenderun’a kuvvet çıkarmaya ateşle mani olma görevi kaldırıldığını” bildirdi.
08 KASIM 1918
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 08 Kasım günü Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği yazıda, General Allenby’ye karşı koyacak kuvvet bulunamadığına ve güçlükle imzalanmış olan Mondros Mütarekesi’nin bu yüzden bozulmasına razı olunamayacağına göre İskenderun’un bırakılması zorunludur, dedi.
Mustafa Kemal Paşa da aynı gün, İskenderun’un boşaltılmasına dair Genel Karargâh’tan aldığı emri 15’inci, 20’nci Kolordulara, 41’inci Tümen ve Adana İli’ne tebliğ etti. Teslimle ilgili olarak yapılacak işleri en ince teferruatına kadar düzenledi. Durumu İstanbul’a da bildirdi. İskenderun’un bırakılması zorunludur, dedi.
Mustafa Kemal, 08 Kasım günü de açıklamalarına devam etti. İngilizlerin İskenderun–Halep şosesini güven altında bulundurabilmek için birliklerimizin (Kilis–Payas) hattının kuzeyine alınmasını istediklerini bildirerek, şunları açıklamıştır:
“Belirttiğim görüşlerimin amacı şudur ki, her ne sebebe dayanırsa dayansın İngilizlerle imza edilen Ateşkes Anlaşması’nın düzeni, Yüce Osmanlı Devleti’nin korunmasını ve esenliğini sağlayacak anlam ve kapsamda değildir. Sözü geçen maddelerin belirsiz ve genel anlamlarının bir an önce belirlenmesi gerekir. Yoksa İngilizlerin önerilerine bugüne kadar olduğu gibi karşılık verilmeme sürdürülürse bugün (Payas–Kilis) hattına kadar olan araziyi isteyen İngilizlerin yarın Toros’a kadar olan Kilikya bölgesini ve daha sonra (Konya–İzmir) hattının işgalinin gerekli olduğu önerilerinin birbirini izleyeceği” açıktır.
09 KASIM 1918
09 Kasım günü, İngilizler ve Fransızlar İskenderun’a asker çıkardılar. İskenderun Kaymakamı Şevket Bey, Adana Valisi Nazım Bey’e durumu bir telgraf ile bildirdi. Ayrıca İskenderun ve çevresinin İngilizlere teslimi konusunda Kaptan David Bouregard ile İskenderun Mevki Komutanı Ali Bey arasında bir protokol imzalandı.
MUSTAFA KEMAL PAŞA ADANA’DAN AYRILDI
10 KASIM 1918
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa 10 Kasım günü Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği şifrede, “Sadrazam’lıktan istifa edeceğini ve kendisinin de İstanbul’da bulunmasının uygun olacağını” bildirdi.
Ahmet İzzet Paşa’nın kabinesindeki Cavit, Hayri ve Fethi Beyler İttihatçı olarak biliniyordu. Padişah Vahdettin de bundan hoşnut değildi. Ahmet İzzet Paşa’ya, bunların uzaklaştırılması konusunda baskı yaptı. Ahmet İzzet Paşa, baskıya dayanamayarak istifa etti. Tevfik Paşa, yeni hükûmeti kurmakla görevlendirildi.
Mustafa Kemal Paşa, Ahmet İzzet Paşa’nın telgrafı üzerine, görevini Nihat Paşa’ya devrederek, Adana’dan trenle İstanbul’a hareket etti.
Mustafa Kemal Paşa, ileride olabilecekleri bu günden görerek, Adanalılar için şu nasihatte bulundu:
“Adanalılar, henüz savaş bitmemiştir, asıl muharebe bundan sonra olacaktır. Silahlarınıza hâkim olunuz.”
İNGİLİZLERİN GÖZÜ ÇUKUROVA’DA
11 KASIM 1918
İngilizlerin Çukurova hakkındaki düşünceleri belli olmaya başladı. Musul’dan başlayan işgaller Çukurova’ya kadar uzandı. Bu konuda ilk uyarı 11 Kasımda geldi.
İngiliz Generali Clark, 11 Kasım 1918 günü, Mustafa Kemal Paşa’nın görevi devrettiği Nihat (Anılmış) Paşa’ya verdiği nota ile “01 Aralık gününe kadar Osmanlı kıtaları Ceyhan ırmağının batısına...” çekilmesini istedi.
General Clark’ın notası şöyleydi:
“01 Aralık 1918 günü öğleye kadar bütün Osmanlı kıtaları Ceyhan ırmağının batısına, 05 Aralık 1918’den önce de Adana-Tarsus demiryolunun kuzeyine çekileceklerdir. 14 Aralık 1918’de ise Osmanlı birliklerinin tümü Pozantı’nın batısına geçmiş olacaklardır. Osmanlı kıtaları bütün ağır ve hafif silahlarını Katma istasyonunda İngilizlere teslim edecekler ve terhis işlerini Pozantı’nın batısında yapacaklardır. Osmanlı Genelkurmay’ı, İngiliz Beşinci Süvari Tümeni Komutanı’na, İngiliz esirlerinin nerelerde bulunduklarını bildirecek, bunların Müslimiye istasyonunda veya başka bir yerde teslimi işini kararlaştıracaktır. Osmanlı Ordu Komutanlığı deniz, kara ve ticaret gemilerinin bozulmasından sorumlu tutulacaktır. İngiliz birlikleri, 12 Kasım 1918 sabahından başlayarak İskenderun’a kadar Halep-Katma yolunu serbestçe kullanacaklardır.”
“Çekilme ile terhis işlerinin Osmanlı Hükûmeti ile görüşmelerden sonra yapılabileceğini, silah ve cephanelerin teslim edilmesinin mütareke şartlarına uymadığını ve esirler hakkındaki istekle Katma-Halep yolunun kullanılmasının yerine getirileceğini” belirtti. Ve çekilme güçlüğü karşısında 12 günlük uzatma dileğinde bulundu. Yalnız bu dilek kabul olundu. İngiliz Komutanı vaktinde çekilmeyen kıtaların esir edileceğini, boşaltılan yerlerde asker, memur ve birlik kalmamasını da şart koşuyordu.
12 KASIM 1918
İskenderun Kaymakamı Şevket Bey, 12 Kasım günü Adana’ya geldi. Fransız komutanının kendisini gönderdiğini bildirdi. Vali durumu hem Dâhiliye Nezareti’ne hem o sırada Adana’da bulunan 2’nci Ordu Komutanı Nihat (Anılmış) Paşa’ya bildirdi. Dâhiliye Nezareti’nden bir cevap gelmedi.
2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, İskenderun Kaymakamı’nın görevi başından ayrılmasını uygun bulmayarak derhal işinin başına dönmesini istedi.
Kaymakam Şevket Bey, Nihat Paşa’dan aldığı emir üzerine İskenderun’a döndü. Kendisini işinden uzaklaştıran Fransız komutanını protesto etti. İlçenin yönetiminin kendisine ait olduğunu bildirdi. İskenderun’daki Fransız İşgal Komutanı, Kaymakam Şevket Bey’i tokatlayarak, o günlerde görevine son verdiği liman başkanı ile birlikte ilçe dışına sürdü. Olay ahalinin gözleri önünde cereyan etti. Fransız komutanı bu kararını yollara dökülen Ermenilere de onaylattı. Kaymakam Şevket Bey insanlığa yakışmayan, yürekleri sızlatan çirkin bir teşhirle İskenderun’dan kovuldu.
İNGİLİZ NOTASI
İngiliz Generali Clark, 12 Kasım günü Raco’dan, 2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa’ya, verilen talimata göre General Allenby’nin her türlü vasıtaya müracaatla elindeki programı tatbik ettiğini açıkladı ve bir nota verdi. Nota metninin özeti şöyledir:
“a) Şimdi Kilis-İslâhiye hattının güneyinde ve Misis demiryolu hattı boyunda bulunan kıtalarımız 01 Aralık 1918 öğleye kadar Ceyhan Nehri’nin batısına çekilmiş bulunacaktır. Seyhan Nehri’nin batısıyla Adana-Tarsus demiryolu hattının kuzeyine yapılacak ikinci çekilme 05 Aralık 1918 öğleye kadar sonuçlandırılacaktır.
b) Mütarekenin 20’nci maddesine göre bu kıtalar bütün ağır ve hafif silahlarla makineli tüfekler ve bunlara ait cephaneleri Taşale istasyonunda teslim edeceklerdir.
c) Osmanlı kıtaları terhis işlerini Pozantı batısında yapacaklardır.
d) Osmanlı Ordu Kurmay Başkanlığı İngiliz 5’inci Süvari Tümeni Komutanı’na mevcut esirlerin nerelerde bulunduklarını bildirecek ve Halep’in doğusunda bulunan esirlerin tümünü Müslimiye istasyonunda İngilizlere teslim edeceklerdir.
e) Erzak depolarıyla deniz, kara ve ticarî müesseselerin ve depoların tahrip edilmesinden doğrudan doğruya oradaki Osmanlı Ordu Komutanı şahsen mesul olacaktır.
f) Bütün Türk kıtaları Halep-Katma-İskenderun yolu kuzeyine çekilecek ve mezkûr yol ile Halep-Toprakkale demiryolu hattından İngiliz kıtaları ve nakliyatı serbestçe istifade edeceklerdir.”
2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, Raco’daki İngiliz Generali Clark’tan aldığı notaya aynı gün cevap verdi.
Nihat Paşa’nın yazılı verdiği cevabın özeti şöyledir:
“Kıtaların istenildiği şekilde Pozantı batısına kadar çekilmelerinin ve terhislerinin Osmanlı Hükûmeti’yle olacak müzakerelerden sonra yapılabileceğini, silah ve cephane tesliminin mütareke şartlarına uymadığı, esirlerden ilk kafilenin Mersin’de 15 gün sonra ve bunu takiben ikinci kafilenin 8’inci ve 3’üncü kafilenin 15 gün sonra teslim edilebileceğini, yiyecek stoku için Halep-Katma-İskenderun yolunun kullanılabileceğini” bildirdi.
İTİLAF GEMİLERİ İSTANBUL’DA
13 KASIM 1918
İtilaf devletleri, Mustafa Kemal Paşa’nın dediği gibi, Mondros Ateşkes Antlaşması maddelerinin arasında gizli olan işgallerini gerçekleştirmeye başladılar. Musul’dan başlayan işgaller, Anadolu’ya, oradan da İstanbul’a uzandı.
İtilaf devletleri donanması 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a geldi. İtilaf devletleri kuvvetleri İstanbul’u işgal ettiler. İstanbul’u işgal için 55 gemi gelmişti. Bunlardan 22’si İngiliz, 12’si Fransız, 17’si İtalyan, 4 tanesi de Yunan gemileri idi. Bunlar Dolmabahçe önüne dizilmişlerdi.
İstanbul’un işgal edilmesi üzerine, basın düşmanlar aleyhinde değil de İttihatçılar aleyhinde çok sert yayın yaptılar. Bunda, Padişah’ın İttihatçılara karşı olduğu ve İngiliz-Fransız gizli propagandasının büyük etkisi olmuştur.
“Halkın ıstırabına, memleketin işgaline İttihatçılar sebep olmuştur. Memlekette İttihatçılardan taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmamalı” şeklinde yayın yaparak, İttihatçı ağırlıklı Meclisi Mebusan’ın feshini istediler.
3.500 civarında İngiliz ve Fransız askeri karaya çıktı. Bunların Başkomutanlığını General Henry F. M. Wilson üzerine aldı. Türklere ve geleneklerimize karşı fazlaca saygısız davrandılar. Azınlıklar, özellikle Ermeni ve Rumlar çılgınca alkışladılar. Boğaz’a bakan evlerde pencerelerde İtilaf bayrakları salladılar. Beyoğlu’nda ise Yunan bayrakları çoğunluktaydı. Rumlar bayram yapıyorlardı. Amiral Somerset Arthur Gough Calthorpe’un söz vermesine rağmen, Yunan savaş gemileri de İstanbul’a gelmişti.
Adana’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, işte bu ortamda İstanbul’a geldi. Gördüğü manzara karşısında sinirlenen Mustafa Kemal, pek sakin ve kararlı bir tavırla şunları söyledi: “...geldikleri gibi gideceklerdir”
İNGİLİZLER MERSİN AÇIKLARINDA
15 KASIM 1918
İngilizler, İskenderun’dan sonra 15 Kasım 1918 tarihinde Mersin açıklarında da mayın arama ve taramasına başladılar. Arama tarama gemilerini ve birliklerini koruma bahanesiyle Mersin’in yakınlarına kadar sokuldular. Bu olay, Mersin’in de işgal edileceği dedikodularının daha çok yaygınlaşmasına sebep oldu.
İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7’nci maddesini öne sürerek Mersin açıklarına geldiler. Mersin’deki 23’üncü Tümen sadece seyretti. Seyretmese ne yapabileceklerdi? İngilizler, 7’nci maddeyi bahane etmeden gelseler ne yapacaktık? Gelme, gelemezsin mi diyecektik? Hayır. Hiç birini yapamazdık. Çünkü savaşı kaybettiğimizi kabul edip çok ağır şartlarla bir ateşkes antlaşması imzaladık. Kendimizi İngiltere ile Fransa’nın insafına bıraktık. Bu sebeple ne yaparlarsa karşılık verecek güçte değildik. Mustafa Kemal gibi karşılık vermek isteyenler de, İstanbul’dan gelen “sakın yapma!” uyarısı ile durduruluyordu. İşte bu sebeple 23’üncü Tümen de bir şey yapamadan bekleyip seyredecekti.
LEJYONLAR
15 Kasım 1918 tarihinde Fransızlar, sonradan kendilerinin de pişman oldukları bir karar verdiler. Ermeni gönüllülerden oluşan “Şark Lejyonu”nu kurdular. Bu lejyon Magosa’nın 58 km dışında ve sıkı bir askerî disiplinle eğitilmeye başlandı. Bunlar her ne kadar askerî disiplinle eğitilseler de, yapılarındaki çetecilik, canilik duygularını kaybetmemişlerdi. Bu lejyonların önemli bölümü Çukurova’da görevlendirildi. Buradaki ve özellikle işgallerden sonra dışardan gelen Ermenilerle işbirliğine girerek yapmadıkları mezalim kalmamıştır.
İNGİLİZLER GÜNEYİ BOŞALTTIRIYOR
17 KASIM 1918
İngilizler, çok önceden hazırlanan planı uygulamaya koydular. Amiral Somerset Arthur Gough Calthorpe, Kilikya’nın boşaltılması hakkında Harbiye Nezareti’ne bir ültimatom (kesin uyarı) gönderdi. Harbiye Nazırı, bunu 17 Kasım’da Genelkurmay Başkanı aracılığıyla birliklere şöyle duyurdu:
“Kilikya”nın tahliyesi ile ilgili bir genelge yayınladı. Ferit Cemal Paşa bu genelgesinde: “Kilikya’nın Aralık 1918’e kadar tahliyesini bütün orduların terhisini, kadro halindeki birliklerin kuzeye çekilmesini, birliklerde menzil, depolarda mevcut bütün ağır silahlarla kadrolardan fazla silah ve cephane, malzeme, giyim eşyası, iaşe ve sair maddelerin teslimini, aksi halde aldığı talimata göre General Allenby’nin her türlü aracı ile harekete geçebileceği...”
Hariciye Nezareti, 22 Kasım’da Kilikya’nın boşaltılmaması ve silahların teslim edilmemesi için girişimlerde bulundu. Harbiye Nezareti de “Boşaltma isteğinin ateşkes maddelerine aykırı olduğunu, ilerleyecek düşman birliklerine ilk hattakilerin ateşle karşı koyacaklarını” bildirdi. Bu konuyu görüşerek halletmek istediğinin mesajını vermek istedi. Ama dinleyen kim? İngilizlerin sert tepkisiyle cevabımızı aldık.
General Allenby adına General Wilson, 22 Kasım günü bir nota vererek, Adana’nın boşaltılması işinin savsaklanmamasını istendi. Wilson’un Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği tehdit dolu mektubu şöyledir:
“Suriye’deki İngiliz kuvvetleri karşısında bulunan Osmanlı ordusunun harekâtı, terhisi, silahlarının teslimi vesaire hakkında tebliğ edilen açıklama derhal emirlerin yerine getirilmesi etmesi için Osmanlı Hükûmeti tarafından kesin emirler ve açıkça verilmesinden çekinilmemesi, İngiliz hükûmetince son derece telâkki edilmekte olduğunu Londra askerî makamlarından aldığım talimat mucibince arz ederim.
Adı geçen makam nazarında Osmanlı Hükûmeti’nin bu istinkâfı ve Medine’deki işten kaçma ve muhalefet ve Azerbaycan’daki ahval, mağlubiyetin sonucundan sıyrılmak için taammüden müracaat edilen tedbirden başka bir şey değildir. Buna müsaade edilmeyeceğini bildirmek için emir aldım.
İngiltere Hükûmeti icap edecek olursa yeniden saldırmaya süratle başlanacağına tereddüt etmeyecektir. Bu takdirde Osmanlı Hükûmeti mesul tutulacak ve Türkiye’nin herhangi aksamının muhtariyetini muhafaza için verilen son fırsatı da kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıya maruz kalacaktır. Bundan başka Osmanlı Hükûmeti’nin hazırlığı sezilecek olursa gecikmenin her dakikasından Osmanlı Hükûmeti’nin mesul bulunduğunu arz ederim. “
22 KASIM 1918
Tevfik Paşa Hükûmeti, 22 Kasım günü, İngiliz General Wilson’un notasını görüştü. Ateşkes şartlarına aykırı olmakla beraber İtilaf kuvvetleri tarafından yapılan dayatma görüşüldü. İngilizlerin notasına uyulmadığı, istenilenlerin yapılmadığı takdirde de İngiltere’nin tekrar saldırıya başlayacağı dikkate alınarak, “Adana havalisinin Pozantı’ya kadar askerden boşaltılması” zaruri olarak kabul olundu. Bu ara “başka bir teşebbüs yapılmasına imkân yoktur” tarzında bir karar alındı.
23 KASIM 1918
Harbiye Nazırı Abdullah Paşa da, 23 Kasım günü, hükûmetin, “Adana havalisinin Pozantı’ya kadar askerden boşaltılması” kararını şifre emirle ordulara bildirdi.
2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, bu konuda bazı tedbirler almak için Harbiye Nezareti’ne telgraf gönderdi. Nihat Paşa, Adana havalisini boşaltmadan önce jandarma kuvvetini arttırmak için çareler aradı. Mülkî idarenin devamı için vali ve mutasarrıflar ile Ermenilerin göç ettirilmeleri sırasında Adana’da bulunan polis ve jandarmanın da yerlerinde bırakılmaması konusunda teklifte bulundu.
Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Cevat Bey, işgal haberini Nihat Paşa’ya bildirdi. Şimdiye kadar dedikodu şeklinde olan işgal haberine halk yavaş yavaş alışmıştı. Ama şimdi hükûmet kararı olarak duyulunca şok etkisi yarattı. Adana’da, Tarsus’ta, Mersin’de Türkler bir araya geldiler. İşgalin önlenmesi için neler yapılabileceğini görüştüler. Padişah’a, Sadrazam’a, Şeyhülislam’a, Mebusan ve Âyan (Senato) Meclisi Başkan ve üyelerine, bakanlara, İstanbul gazetelerine on binlerce protesto telgrafı gönderildi.
2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, aynı gün, boşaltma ve çekilmenin elden geldiği kadar geciktirilmesi amacıyla Katma’da bulunan konuşma memuru Kurmay Binbaşı Nihat (Atakan) aracılığıyla İngiliz komutanına yeni tekliflerde bulundu.
Nihat Paşa’nın boşaltma sürelerinin 12 gün uzatılması teklifi kabul edildi ve diğer teklifleri ise reddedildi.
MUSTAFA KEMAL PAŞA PADİŞAH İLE GÖRÜŞTÜ
Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin ile acele görüşme talebinde bulundu. Ancak Vahdettin 23 Kasım Cuma günü selamlıkta bulunmasını, orada kendisiyle görüşebileceğini bildirtti.
Mustafa Kemal Paşa, bu görüşme talebini şöyle anlatır:
“Bu tuhaf fikir ve duygular yığınından çıkmak için fazla beklemedim ve hemen Osmanlı milletvekilleri sarayından çıkıp gittim. Evime döner dönmez, Saray’a telefon ederek Vahdettin’den görüşme istedim. Onunla hemen görüşmeyi faydalı buluyordum. Amacım, kendisi ile açık görüşmek. Önlem olarak düşündüğümü açık söylemek ve önlemlerin uygulanmasındaki zorunluluğu anlatmaktı. Padişahı, tasarladığımız girişimlere inandırabileceğimi sanıyordum.
Görüşme isteği için, görevi bakımından aracılık eden Naci Paşa’ya düşüncelerimi çıtlattım. Naci Paşa’nın bu görüşmeyi o gün ya da ertesi gün için sağlamaya çalışacağına inanıyorum. Fakat kafasındaki kararı şeytanca saklayan Vahdettin halis duygular ve içtenlikler gösteren aldatıcı tavrı ile önümüzdeki Cuma günü Selamlıkta hazır bulunmaklığımı ve orada benimle görüşeceğini bildirtti.
Cumaya, çok gün vardı. Ama yapılacak başka bir şey de yoktu.”
Mustafa Kemal Paşa, verilen randevu üzerine 23 Kasım 1918 günü Padişah Vahdettin ile görüştü. Mustafa Kemal Paşa, bu görüşmeyi şöyle anlatmaktadır:
Cuma günü Selamlığa gittim; namazdan sonra beni oradaki salona çağıran Vahdettin ile dışarıda bekleyenlerce çok uzun olarak yorumlanmış bir konuşmada bulunduk. Gerçekten konuşma, zaman bakımından çok uzun sürdü; ama fikir alışverişi bakımından çok kısa olmuştur. Ben, kestirebileceğiniz konu üzerinde onu aydınlatmak ve uyarmak için söze girişirken, o, ustaca bir biçimde sözlerimin önüne geçti. Dedi ki:
-Ordunun komutan ve subayları, inanıyorum ki, seni çok severler; bana güvence verir misin ki, onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir.
Birdenbire, böyle bir sorunun amaç ve anlamını kavrayamadım. Sordum:
-Ordu tarafından size karşı hareketler olacağı konusunda bilgi ve özel haberleriniz mi var, efendim?..
Gözlerini kapadı. Olumlu ya da olumsuz bir şey söylemedi. Sadece az önce sorduklarını tekrarladı. Karşılık verdim:
-Gerçi ben İstanbul’a geleli birkaç gün oldu. Buradaki durumu yakından bilmiyorum. Fakat ordu komutan ve subayları, yüksek varlığınızla karşı karşıya bulunması için bir sebep olabileceğini sanmıyorum. Bu bakımdan temin ederim ki, hiçbir fenalığı beklememelisiniz.
Belli belirsiz biçimde ekledi:
-Yalnız bugünden söz etmiyorum; bugünden ve yarından...
Son söz bende bir kuşku uyandırdı; demek ki, yarın Padişah’ın öyle bir hareket yapmak olasılığı vardı ki, Ordu’nun vatansever komutan ve subayları bundan üzüntüye düşebilirler... Padişah, beni aldatarak, aracılığımla onlardan emin olmak istiyor. Fakat bu düşüncemi kendisine nasıl açıklayabilirdim?.. Ve böyle bir açıklamada bulunmak, kendim için, amacım için yararlı olur muydu?
Karşımdaki adam, kararını çoktan vermiş görünüyordu. Biz ise, bu kararın ne olduğunu anlayamayan veya anlamak istemeyen kimselerle bağlantı kurmuş, hiçbir karşı önlem (tedbir) almaya zaman ve fırsat bulamamış durumda idik. Padişah, gözlerini açarken, ayağa kalktı ve şu sözlerle konuşmaya son verdi:
-Siz, akıllı bir Komutansınız! Arkadaşlarınızı aydınlatacağınızdan ve yatıştıracağınızdan eminim.
Çok umutsuz ve üzgün, fakat üzüntümün gerçek sebebini bile anlayamamış bir durumda Vahdettin’in salonundan çıktım.
Dışarıda, bir saati aşkın bir zamandan beri kapılarda, koridorlarda, şurda burda ayakta bekleyen birçok devlet adamları ve diğerlerinin, bu uzun görüşmeden bezgin ve yorgun, fakat biraz anlamlı bakışlarla bana bakmakta olduklarını fark ettim. Açıkça söyleyeyim ki, o anda bu bakışların anlamlarını çıkaramamıştım, ancak iki gün sonra, sırlar önüme dökülmüştü.
Bu geçen günler içinde neler olmuştu, onu hepiniz bilirsiniz; Osmanlı Millet Meclisi kapatılmıştı.”
Mustafa Kemal Paşa’nın, Padişah ile yaptığı görüşmeden iki gün sonra, ortalıkta değişik dedikodular dolaşmaya başladı. Mustafa Kemal Paşa, bununla ilgili şunları anlatmaktadır:
“Sonraları işittim ki, güya o uzun konuşmada Padişah, Millet Meclisi’ni dağıtmak gereği üzerinde bana akıl danışmış ve ben kendisini onaylayarak ordunun, tıpkısı düşüncede olduğunu söylemişim. Üstelik kendim ve arkadaşlarım adına da söz vermişim...
Artık, bu tür dedikodulara önem verecek durumda değildim, üzgündüm. İzzet Paşa ve bazı arkadaşlarla Başbakanlık konutunda verdiğimiz karar çoktan suya düşmüştü.
Şişli’deki evimde yeni durumu değerlendiriyordum. İstanbul sokakları İtilaf devletlerinin süngülü askerleriyle dolmuştu. Boğaziçi, toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlıları ile lacivert sularını göstermeyecek kadar örtülü idi. Herkes, ancak pek zorunlu gereksinmeleri için evlerinden çıkabiliyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için, caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek ve korkarak yürüyebiliyordu. Bütün sakınmalara rağmen, bin türlü ürkünç saldırı sahneleri eksik değildi. Koskoca İstanbul ve koskoca İstanbul’un yüz binlerce halkı, sesleri kısılmış bir halde idi. İstanbul ufuklarında yükselen şeyler, yalnız düşman sesleri, düşman hakaretleri, düşman bayrak ve süngüleri idi.
Ne kadar şaşılacak şeydir ki, hâlâ adil bir mendil gibi ayakaltında çiğnenen bu çevrede, hâlâ bir Saltanat, bir hükûmet, bir varlık varsayanlar vardı.”
Padişah Vahdettin, 29 Kasım günü, Mustafa Kemal Paşa’yı bir kere daha kabul etti.
25 KASIM 1918
Fransız Albay Raymand, 25 Kasım günü Adana’ya geldi. Adana’nın Fransız askerleri tarafından işgal edileceğini bildirdi.
Bu verilen notalardan daha erken bir tarihte harekete geçileceğinin işaretiydi. Bu sebeple 2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, 27 Kasım günü, Payas-Kilis çizgisini İtilaf kuvvetleri geçerse silahla karşı koymak için emir verdiğini İstanbul’a bildirdi. Harbiye ve Hariciye Nezareti silahla karşı koymayı uygun bulmadı.
KARŞI KONULMASIN
27 KASIM 1918
Hükûmet, 27 Kasım günü, güneyde, İngilizlerin yapacağı işgallere karşı konulmamasını istedi. Gönderilen şifrede İngilizlerin asayişi temin amacıyla işgal yapacakları açıklandı. Yapılacak işgal sırasında Osmanlı Hükûmeti memurları ve idarecilerine karışılamayacağı, halkın telaş ve heyecana kapılmaması, iş ve güçleriyle uğraşması ve karşı konulmaması tavsiye edildi.
ESİRLERİN TESLİMİ
28 KASIM 1918
28 Kasım günü bir İngiliz birliği Payas limanına çıktı. İngiliz birliğinin komutanı Yarbay Mr. Niyokom, Adana Valiliği’ne bir telgraf göndererek İtilaf devletlerinin esirlerini teslim almaya geldiğini, Adana’ya geleceğini, esirlerin toplatılarak hazırlatılmasını rica etti.
YENİ TEŞKİLATLAR
29 KASIM
İstanbul’daki milliyetçi aydınların, çeşitli siyasi partilerin ve teşekküllerin katılmasıyla 29 Kasım 1918 tarihinde “Millî Kongre” kuruldu. Kongre’nin kurulmasında önemli rol oynayan göz doktoru Esat Paşa başkan oldu.
01 ARALIK 1918
İşgal günü gelmişti. 2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, Türk ordusu bölge dışına çıkınca, memurların ve vatandaşların sahipsiz kaldıklarını düşünmelerini istemedi. Bu amaçla 01 Aralık 1918’te, Adana Valiliği’ne gönderdiği telgrafla, hiçbir kimsenin görevini bırakmamasını istedi. Nihat Paşa’nın telgrafı şöyledir:
“Bütün memurlar görevlerine devam edeceklerdir. İşgal kuvvetlerinden herhangi subayın veya askerin veya göçmenlerden birinin sözü ile tehdidi ile kimse görevini terk etmeyecektir. Bu konuda, Valilik Makamı’ndan başka verilecek emirler geçersizdir.”
YENİ DERNEKLER
04 ARALIK 1918
İstanbul’da 04 Aralık 1918 tarihinde Süleyman Nazif önderliğinde “Vilayat-ı Şarkiye-i (Doğu Anadolu İlleri) Müdafaai Hukuk-ı Millîye Cemiyeti” kuruldu. Bu cemiyet, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin kurduğu Hınçak Cemiyeti’ne karşı kurulmuştur. 10 Mart 1919’da da Erzurum’da şubesi açıldı. Bu cemiyet, ilerde Millî Mücadele’nin temel teşkilatı olacaktır.
Aynı gün, İstanbul’da “Wilson Prensipleri Cemiyeti” kuruldu. Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin kurucuları, Dâhiliye Nezareti’ne kuruluş için verilen dilekçeye göre şu kişilerden teşekkül ediyordu: a) Kurucular: Halide Edip (Adıvar) Hanım, Dr. Celaleddin Muhtar (Özden), Ali Kemal ve Hüseyin Avni Beyler. b) İlk Yönetim Kurulu Üyeleri: Halide Edip Hanım, Refik Halit (Karay), Ali Kemal, Hüseyin ve Katib, Ragıp Nurettin Beyler. c)Faaliyet Heyeti Üyeleri: İkdam gazetesi başyazarı Celal Nuri (İleri), Akşam gazetesi başyazarı Necmeddin Sadık (Sadak), Zaman gazetesi başyazarı Cevad, Sabah gazetesi başyazarı Ali Kemal, Yeni Gazete başyazarı Mahmut Sadık, Vatan gazetesinin başyazarı Yunus Nadi (Abalıoğlu) Beyler. İngiliz gizli belgelerinde, cemiyetin Halide Edip ile Rıza Tevfik tarafından kurulduğu ve Robert Koleji’nin müdürü Dr. Gates tarafından da desteklendiği belirtilir.
TARSUS GAZETESİ
05 ARALIK 1918
05 Aralık 1918 günü Tarsus’ta “Tarsus” gazetesi yayınlandı. 08 Aralık’ta, üçüncü sayısında, “Vilayetimizin Mukadderatı” başlıklı yazısıyla halkın duygularına tercüman oldu. Tarsus gazetesinin yazısı şöyledir:
“Vilayetimizin bedbaht ufukları iki haftadır yine kararmış, muzlim bulutlarla sarılmış bulunuyor. Ağızdan ağıza dönen sözler anayurdumuzla ayrılık belirtileri gösteriyor.”
Urfa’da da 05 Aralık 1918 günü Müdafaai Hukuk Cemiyeti kuruldu.
İŞGALLER
06 ARALIK
Kilis, 06 Aralık 1918 günü İngilizler tarafından işgal edildi. 07 Aralık 1918 günü de Antakya Fransızlar tarafından işgal edildi.
GÜNEYDE İŞGAL HAZIRLIKLARI
07 ARALIK 1918
2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, 07 Aralık 1918 günü Harbiye Nazırlığı’na gönderdiği şifrede, “İngiliz subaylarının işgal altına alacakları yerlerde diğer unsurların taşkınlıklarına karşı asayiş ve inzibatı sağlama bakımından cesur memurlarımızın pek az olduğunu ve devletçe böyle bir halin olmaması için teşebbüste bulunulması lüzumunu” bildirdi.
Nihat Paşa’nın bu şifresine Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa, 08 Aralık günü cevap verdi. Cevat Paşa cevabında, “Adana’ya ehliyetli memurların gönderilmesi ve İngiliz işgalinin önlenmesi hususu Sadaret’e yazılmıştır. Ordu; er ve subaylarından lüzumu kadarıyla Adana jandarma kadrosunun ikmal edilmesini ve sonucun bildirilmesini” istedi.
NİHAT PAŞA’NIN RAPORU
09 ARALIK 1918
09 Aralık günü, Nihat Paşa Harbiye Nezareti’ne yeni bir rapor gönderdi. Raporunda, İtilaf kuvvetlerinin durumu ve Türk topraklarını işgal hazırlıklarının daha belirgin hale geldiğini bildirdi.
“Katma’ya gelen bir İngiliz subayı ile bir Fransız doktorunun Ermeni muhacirleri arsında dolaşarak tahkikat yaptıkları ve muhacirlerin iaşesi için Halep’ten 3.500 kişilik iaşe maddesi gönderileceğini söyledikleri, Katma’daki irtibat subayımız Kurmay Binbaşı Nihat Bey tarafından bildirilmiştir.
General Allenby Halep’e geldiği, İskenderun’da bulunan Fransız kuvvetlerinin bir kısmı da Halep’e vardığı, bu hafta Halep’teki 5’inci İngiliz Süvari Tümeni’nin İskenderun’a gideceği, Halep’te yalnız Fransız kuvvetinin kalacağı, Halep’teki İngiliz Süvari Tümeni’nin Müslimiye’deki bir tugayının da orada kalmasının muhtemel olduğu,
Halep’teki Fransızların idaresinde 3.000 Ermeni’den Kurulu üç tabur teşkil edileceği, ayrıca Şam’da Arap subayları komutasında Ermenilerden intikam taburları kurulacağı öğrenilmiştir.
Havaların yağmurlu olması ve Toros kuzeyinde havaların şiddetli geçmesi sebebiyle, yaya yürüyüşü ile giden erlerimizin zayiatının önlenmesi için, yürüyüşünün ufak birlikler halinde yapılması ve istirahat günlerinin arttırılması için tahliye müddetinin uzatılması teklifimize ret cevabı verilmiştir. Adana’nın tahliyesinde bir kısım malzemenin terki muhtemel olduğu arz olunur.”
10 ARALIK 1918
10 Aralık 1918 günü, İngilizler, ellerindeki kuvvetlerin azlığı sebebiyle Şerif’e mensup olduklarını iddia eden 400 kişilik bir Arap çapulcu kuvvetiyle Çobanbey, Akçakoyunlu ve Cerablus’u işgal ettiler. Cerablus hastanesini ve buradaki ambarları yağma ettiler.
DÖRTYOL
11 ARALIK 1918
Dörtyol, 11 Aralık günü bir Fransız-Ermeni taburu tarafından işgal edildi. Fransız subayları idaresinde “çoğu yerli kaçkın Ermenilerden oluşmak olmak üzere Fransız askerî üniforması” giymiş olan 400 kişilik bir müfreze Dörtyol kasabasına girdi, evleri bastı, yağma etti. Jandarma ve memurlarımız kasabadan çıkarıldılar.
2’nci Ordu Komutanı Nihat Paşa, 11 Aralık günü, Genelkurmay Başkanlığı’na Dörtyol işgalini şifre ile bildirerek, jandarma kuvvetlerinin ve hükûmet memurlarının mutlaka yerlerinde kalmalarının teminini teklif etti.
NİHAT PAŞA ADANA’DAN AYRILDI
15 ARALIK 1918
Harbiye Nazırı Abdullah Paşa, 15 Aralık 1918 günü, 2’nci Ordu’yu lağvetti. Ordu Komutanı Nihat Paşa’yı Adana Vali Vekilliği’ne atadı. Fransızların kabul etmemesi üzerine müfettiş olarak Konya’ya atadı. General Nihat (Anılmış) Komutası’ndaki 12’nci Kolordu, 16 Aralık günü, Adanalıların gözyaşları arasında şehri terk ettiler.
15 Aralık 1918 tarihinde Adana’dan Babıali’ye gönderilen telgrafta Payas ve Dörtyol’da Ermeni ve Fransızlar tarafından yapılan mezalim anlatıldı. Adana’dan gönderilen telgrafın özeti şöyledir:
“Payas ve Dörtyol’u işgal eden, içinde Ermenilerin de bulunduğu Fransız kuvvetlerinin bir askeri yaraladıkları, jandarmaları tehdit ederek vazifelerini terke zorladıkları ve nahiye dışına çıkardıkları, hapishaneyi basarak oradaki mahkûmları salıverdikleri, jandarmaların işgal edilen bölgelerden çıkarılmasından sonra Fransız askeri kıyafeti giymiş Ermenilerin birçok Müslüman’ın evine girerek dövdükleri, para ve eşyalarını gasp ettikleri hakkında.”
15 Aralık 1918 Pazar günü Güneydeki son Türk birlikleri de görevlerini jandarmaya bırakarak Adana’dan uğurlandılar. 12’nci Kolordu Komutanı Albay Fahrettin (Orgeneral F. Altay) Bey de karargâhı ile birlikte Adanalıların gözyaşları arasında ayrıldı.
Askerî birlikler ayrılınca, bölgenin güvenliği jandarmaya bırakıldı. Mersin’de, Tarsus’ta ve bütün bölgede sıkı tedbirler alındı. Gece sokağa çıkma yasağı konuldu. Tedbirlere 16 Aralık Pazartesi günü de devam edildi. Tarsus’tan Mersin’e takviye jandarma ve emniyet birlikleri gönderildi. Askerin ayrılmasından sonra bir başıboşluk olmaması, hırsızlık, asayişsizlik ve bir durum olmaması için çok gayret gösterdiler. Kenar mahallelerde atlılar, şehir içinde ise yaya birlikler devriye gezdiler. Sahilde devamlı gözetleme yapıldı.
Mersin’de bu tedbirler alınırken, açık denizde, sabahtan itibaren duman ve görüntüler çoğalmaya başladı. Bu karaltılar ve dumanlar, çok sayıda geminin geldiğinin işaretiydi.
Antep, 15 Aralık’ta İngilizler tarafından işgal edildi.
MERSİN İŞGAL EDİLİYOR
17 ARALIK 1918
16 Aralığı 17 Aralığa bağlayan gece, İngiliz çıkartma gemileri Mersin iskelesine yanaşmaya başladı.
17 Aralık Salı günü sabah sokağa çıkan Mersinliler, büyük bir hüzün ve şaşkınlık yaşadılar. İngiliz işgal gemileri Mersin limanında, hemen gözlerinin önündeydi. Gemilerin gelişi bir gün önceden –ne kadar bilinse de- bu günkü manzara Mersinlilere çok acı gelmişti.
Denizdeki gemilerde bir kaynaşma başladı. Gemilerde sahile karşı bazı tedbirler de alındı. Bu hazırlıklar tamamlandıktan sonra bir filika denize indirildi. Filikanın önüne beyaz, arkasına İngiliz bayrağı takılmıştı. Filika Gümrük meydanındaki merkez iskelesi yolcu indirme merdivenine yanaştı. Bir İngiliz subayı indi. Doğruca İskele Komiser Muavini’nin yanına gitti. Elindeki zarfı verdikten sonra geldiği gibi sessizce ayrıldı. Mektup, Mersin Mutasarrıfı Galip Bey’e ulaştırıldı. Galip Bey, Hükûmet Konağı’nda meclis salonunda daire amirleri, Jandarma Komutanı Binbaşı Hasan Zühtü, Emniyet Komiseri Hüsnü Beyler ile toplantı durumundaydı. İngiliz subayının getirdiği mektup tercüme edildi. Mektup şöyleydi:
“Ateşkes’in 7’nci maddesi uyarınca ve son anlaşmaya göre asayişi sağlamak amacı ile Kilikya’nın işgaline Mersin’den başlanacağı, çıkarmanın istasyon yakınındaki iskeleden yapılacağı, çıkarılan askerlerin İngiliz fabrikalarına yerleştirileceği, istasyon ve Amerikan Koleji’nin işgal edileceği, Osmanlı idaresine ve memurlarına karışılmayacağı, işgalin geçici olduğu, halkın heyecana kapılmaması, herhangi bir karşı koyma sorumluluğunun idare amirliğine ait olacağı” bildirildi.
Mektubun özü, İngilizlerin Mersin ile ilgili iyi bir araştırma yaptığı, ellerinde geniş bilginin olduğu anlaşılmaktaydı. Demek ki, işgal öncesi Mersin’de İngiliz ajanları iyi çalışmıştı.
Mersin Mutasarrıfı Galip Bey, mektubu okuduktan sonra, telgrafhaneye gitti. Önce makine başında Adana Valisi ile görüştü. Aldığı talimat üzerine, İngilizlerin talimatına uygun olarak, İngilizlerin çıkarma yapacağı istasyon civarındaki ve Almanlar tarafından yapılan demir iskelenin etrafı jandarma ve emniyet kuvvetlerinin kontrolüne alındı.
İşin garipliğine bakınız: İngiliz kuvvetleri güzel Mersin’i, sonra Tarsus’u, Adana’yı ve diğer yerleri işgal etmek üzere karaya çıkacak; bizim kuvvetlerimiz onların güvenliğini sağlamakla görevlendiriliyor. Osmanlı yönetiminin zaafı, bunları yaşamamıza sebep oluyordu. Bu zafiyet işgalleri kolaylaştırıyordu.
Mersin Mutasarrıfı Galip Bey, Adana Valiliği’ne bir telgraf göndererek Fransızların karaya asker çıkardığını bildirdi.
Mersin Mutasarrıfı Galip Bey’in telgrafı şöyledir:
“ADANA VİLAYETİNE
Bugün Fransız bandıralı 3 vapurla 1.500 asker Mersin limanına geldi. Çoğunluğu Ermenilerden oluşan, miktarı 500 olarak tahmin edilen bir topluluktan, aralarında 20 kadar subayla karaya çıktı. Alafranga saat 2’de Fransız birliğinin komutanı Romieu (Römyo) hükûmete geldi.
Mersin Mutasarrıfı Galip”
Galip Bey, Adana Valisi ile görüştükten sonra durumu İçişleri Bakanlığı’na da bildirdi.
Fransızlar da Mersin’de, karaya asker çıkartmaya başladılar.
Fransızlar, Mersin’de, Yarbay Romieu’nün komutasında denizden asker çıkarmaya başladılar. 1.500 kişilik Fransız birliği içinde 150 Fransız askeri vardı. Geri kalanlar Ermeni Lejyonlar idi. Bu Ermeniler, Fransızlar tarafından daha önce Mısır’da kurulmuş olan Doğu Lejyon (Légion d’Orient) alayına bağlı idiler. Ermeni gönüllüleri (Kamavorlar), iskeleye ayak basar basmaz küfürler savurarak Gümrük Meydanı’na geldiler ve eski Gümrük binasının kapı ve pencerelerindeki ay-yıldızları baltalarla parçaladılar.
Mersin’de alıkonulan Ermeni gönüllüleri Taşhan, Araplar köyü ve Hristiyan köyü (Osmaniye Mahallesi)’ne yerleştirildiler.
Bu kuvvetten ayrılan ufak müfrezeler Tarsus, Adana ve Misis’i işgal ettiler. Bu suretle Adana vilayeti Mısır-İngiliz Kuvvetleri Komutanı General Allenby’nin emriyle 2’nci Ordu Komutanı’nın protestosuna rağmen işgal edildi.
Bu tarihten sonra Adana-Tarsus hattı güneyinde rastlanacak Türk Ordusu mensuplarının tutuklanacağı açıklandı.
JANDARMA TEDBİRİ
18 ARALIK 1918
Genelkurmay Başkanlığı, iç güvenliği önlemek amacıyla yeni bir tedbir düşündü. Aslında bu ordunun terhisten önce yapılanması gibi bir durumdu. Genelkurmay Başkanlığı, 18 Aralık günü, çıkabilecek karışıklıkları önleyebilmek için İkinci Ordu Komutanlığı’na verdiği emir ile “Ordu er ve subaylarından lüzumu kadarıyla Adana Jandarma” kadrosunun tamamlanmasını emretti.
18 Aralık 1918 tarihinde Dörtyol’un Özerli Köyü’ne gönderilen Fransız taburu ateşle karşılanarak geriye çekildi.
MERSİN MUTASARRIFI
Mersin Mutasarrıfı Galip Bey, Adana Valiliği’ne gönderdiği telgraf ile Mersin İşgal Kuvvetleri Komutanı Romyo’nun bildirisi hakkında haber verdi.
“Mersin İşgal Kuvvetleri Komutanı Romyo imzası ile yayımlanan beyannamede ahalinin sokaklarda toplanmaması, müttefik askerlerin Kilikya’yı işgal amaçlarının haksızlıklarla kötülüklerin yok edilmesi olduğuna değinilerek askerî hastanenin tüm levazımatı ile kendilerine hemen istenmektedir.”
FRANSIZ KARAKOLU
Fransızlar, Mersin’i işgal edince hiç vakit kaybetmediler. 18 Aralık günü hemen Tarsus yolu üzerine bir işgal karargâhı kurdular. Buradaki birliğin başına Bak adında bir subay atandı. Böylece yol güvenliğini kontrollerine aldılar. Tarsus ve Adana’ya ulaşacak işgal kuvvetlerinin geçişini güvenli yapmanın tedbirlerini aldılar.
Adana Polis Müdürü, Adana Valisi’ne ulaştırdığı bir bilgi ile “aralarında bir İngiliz albayı da bulunan 4 İngiliz ve 4 Fransız subayının Mersin’den Adana’ya geldiği, bunların yakında Adana’ya gelecek askerleri için ikametgâh aradıkları” haberini verdi. Bu haber, şehirde kulaktan kulağa yıldırım hızıyla yayıldı.
TARSUS İŞGAL EDİLDİ
19 ARALIK 1918
Ermeni destekli Fransız birlikleri 19 Aralık günü Tarsus’u işgal ettiler.
Tarsus’a gönderilen Ermeni birliği Türk kız Okulu binasına yerleştirildiler. Önceleri Fransız Cizvit Kız Okulu, Birinci Dünya Savaşı’nda Türk Kız Okulu, Millî Mücadele’den sonra Türkocağı olarak kullanılan bina, daha sonraki yıllarda Tekel binası olarak kullanıldı.
O günlerde Türk mahallesinde olan bu binanın önünden geçebilmek Türkler için bir mesele olmuştur. Çünkü oradan geçen her Türk’ü gören Ermeniler ırzlarına küfrederek hakaretler yağdırıyorlardı.
Fransa, Çukurova ve Toros tünelleri için yapılacak düzenlemelerde Suriye İşgal Komutanı General Hamlin’i görevlendirdi. General Hamlin 19 Aralık günü Adana’ya geldi. Burada incelemelerini yaptıktan sonra Mersin’e geldi. Buradan da Toros tünellerinin işgalini düzenlemek üzere Pozantı’ya gitti. Bu tarihten sonra silahlandırılmış Ermeni fedaileri (Kamavorlar) Adana bölgesinde toplanmaya başladılar. Çukurova’ya akın eden sivil Ermeniler de ilçe ve bucaklara yayıldılar.
Dörtyol bölgesinde Fransızlar ve onlara yardımcı olan Ermenilerle Kuvayi Millîyeciler arasında 19 Aralık günü çarpışmalar oldu. İlk millî direniş Dörtyol’da başladı.
19 Aralık 1918 tarihinde Bahçe, İslâhiye, Hassa, Mamure ve Osmaniye Fransızlar tarafından işgal edildi.
20 ARALIK 1918
Adana ilini işgal eden Fransız birliklerinin başına işgal komutanı Yarbay Romieu getirildi. Çoğu Ermeni olan 1.500 kişilik Fransız işgal kuvveti, Adana şehrine 600 er, İskenderun ve Ceyhan’a birer bölük, Toprakkale, Yenice ve Pozantı’ya birer takım, İslâhiye, Tarsus ve Kelebek’e de birer müfreze olmak üzere dağıtıldı.
Adana şehrinin işgalinde özellikle silahlı Ermeni komitecilerinin kullanılması halkta hoşnutsuzluğu artırıyordu. Geçmişinde toprakları işgal görmeyen, semalarına yabancı bayraklar çekilmemiş olan Adanalılar kan ağlıyordu. Şehrin belirgin semtlerinde Rumların astığı Yunan bayrağıyla Ermenilerin astığı Ermenistan bayrağı görülüyordu. Özellikle Ermeni kökenli Fransız askerleri ana caddelerde acayip bir gururla dolaşıyor. İslamlığa küfürler savuruyordu. Dine karşı yapılan bu çirkin küfürler işgal komutanına duyuruldu. İşgal komutanı Romieu yüzeysel bir ilgi gösterdi.
21 ARALIK 1918
Fransızlar, Mersin’de, savaş gemileriyle karaya asker çıkartmaya devam ettiler.
Adana ve Mersin’in işgali üzerine İstanbul’da Müdafaai Milliye Cemiyeti merkez binasında “Kilikyalılar Cemiyeti” kuruldu.
Mondros Mütarekesi gereğince, Adana’da Yıldırım Orduları’nın dağıtılması ve Çukurova’nın işgali üzerine, İstanbul’da kurulmuş olan “Kilikyalılar Cemiyeti” Adana, İçel, Maraş, Antep, Antakya, İskenderun, Belen, Reyhanlı Türklerini temsil etmek, işgale uğrayan Güney Anadolu topraklarında yaşayan ve yüzde doksanı Türk olan insanların haklarını savunmak, içten ve dıştan yardım sağlamak maksadıyla harekete geçmişti.
“Kilikyalılar Cemiyeti” kurucuları ve yönetim kurulu üyeleri şunlardı: Sabık Senato Başkanı Menemenlizade Rıfat, Sabık Dışişleri Bakanı Menemenlizade Nadi, Sabık Bayındırlık Bakanı Ali Münif Yeğenağa, Sabık Antep Mebusu Ali Hayati, Sabık İçel Mebus Hafız Mehmet Emin, Sabık Maraş Mebusu Abdülkadir, Temyiz Mahkemesi Hukuk Dairesi Başkanı Evliyazade Hacı Evliya, Danıştay üyesi Tarsuslu Mısrizade Seyfeddin, Beyoğlu Belediye Dairesi Müdürü Ramazanoğlu Saffet.
Fransız İşgal Komutanı Albay Romieu, Adana Valiliği’ne bir yazı göndererek, başkanlığını Brémond’un yaptığı bir heyetin geleceğini bildirdi.
22 ARALIK 1918
Fransa’nın Suriye Kuvvetleri Komutanı General Hamlin, Adana İşgal Kuvvetler Komutanı Yarbay Romieu, bir İngiliz yüzbaşısı ve Adana İrtibat Subayı Binbaşı Tevfik ile beraber Pozantı’ya geldiler.
Bu tarihteki tüneller “Hacıkırın”da başlayıp “Belemedik”te bitiriyordu. Karayolu üzerindeki “Kadınhan” ile tüneller bölgesi dışında kalan Pozantı’nın bizde kalması gerekiyordu.
Menzil Müfettişi Albay Bahattin, Fransız generaline, mütareke anlaşmasına göre hukuk bakımından Pozantı’nın Osmanlı ordusu elinde kalması gerektiğini ve burasının 6’ncı Ordu’dan kuzeye ve İstanbul’dan gelip güneye geçecek terhis erleriyle muhacirlerin beslenerek barındırılmaları için tesisi bulunan bir “konak yeri” olduğunu etraflı anlatmaya çalıştı. Buna karşı Fransız generali: “Gülek’ten geçen karayoluyla demiryolu Pozantı’da birleşmektedir. Burası önemli bir askerî yerdir. Ateşkes antlaşmasının 7. maddesine göre işgal edeceğiz” dedi. General özet olarak Pozantı hakkındaki düşünce ve kararlarını da şöyle açıkladı: “İtilaf kuvvetleri 26 Aralık 1918 günü Pozantı’yı işgal edeceklerdir. Osmanlı hastanesiyle menzil tesisleri 01 Şubat 1919 gününe kadar yerlerinde kalabileceklerdir. Pozantı’da iki taraf arasında ayırıcı bir hat tespit olunmuştur. Çamalan’da terhis sonuna kadar bir subay ve 10 erden ibaret bir nokta kalabilecektir. 26 Aralık 1918’den sonra ne karayoluyla ve ne de demiryoluyla kuzeye hiçbir askerî malzeme taşınamayacaktır. Silah ve cephaneden gayri eşya taşınabilir. 27 Aralık 1918’den sonra taşınamayan silah ve malzeme müsadere edilecektir.”
23 ARALIK 1918
Menzil Müfettişi Bahattin, saat 11.00’de, Pozantı’dan Harbiye Nezareti’ne gönderdiği tel ile Fransız General Hamlin’in Pozantı’yı işgal kararını bildirdi.
Nihat Paşa Pozantı’ya geldi. Nihat Paşa, Pozantı’ya gelişini ve bazı bilgileri İstanbul’a bildirdi.
“Adana-Mersin arasındaki bazı mevkilere Fransız askeri konmasından cüret alan, Fransız üniforması taşıyan birçok komitacı Ermenilerin Türklere sarkıntılık ettikleri ve sataştıkları anlaşıldığı,
Pozantı-Adana yoluyla Adana’ya hareketini irtibat subayı vasıtasıyla işgal kuvvetleri komutanına bildirdiğini; gelen cevapta 17 Aralık 1918 tarihinden sonra Adana-Tarsus hattı güneyinde bulunacak Osmanlı ordusu mensuplarının derhal tutuklanarak harp esiri addedileceklerinin duyurusunu yaptıkları,
Kendisinin vali vekâleti görevini üzerine alması emrini münasip bulmadığını, bu görevi kendisinin üstlenmesinden ziyade, gerek işgal kuvvetleri komutanına, gerekse ahalinin ruh haletine vâkıf Vali Nazım Bey’in muhatap olmasının uygun olacağı ve onun Adana’da kalmasını muvafık bulduğunu teklif etti.
Adana eski valisi Hazım Bey, padişaha gönderdiği telgrafında, Fransızların, öncelikle Kilikya’da bir Ermeni idaresi kurmak amacında olduklarını bildirdi.
Harbiye Nazırı Abdullah Paşa, içinde bulunulan duruma daha fazla tahammül edemeyerek görevinden istifa etti. Yerine Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa atandı.
24 ARALIK
Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa Harbiye Nazırı olunca, yerine Fevzi Çakmak Paşa, Genelkurmay Başkanı oldu.
Nihat Paşa, taşınamayan malzemeler konusunda Cevat Paşa’ya bilgi verdi.
Adana’nın boşaltılmasında, zamanın darlığından hükûmete devredilenlerden başka, takriben 30 vagonluk piyade ve topçu mermisiyle, 15 vagon benzin ve iki deniz tayyaresi vardır. 24 Aralık günü şiddetli yağmurların tesiriyle demiryolu hattı Hacıkırı-Kelebek İstasyonları arasında 10 kilometre uzunluğundaki kısmı birçok yerlerinden bozularak nakliyatı olumsuz bir şekil sokmuştur. Demiryolunun onarılması en aşağı on gün olacaktır. Bu malzemenin nakledilmesinin 26 Aralık 1918 günü sona ermesi gerekliydi. Demiryolu arızası halinin dikkate alınarak kaybedilen dört günlük zamanın uzatılması için İngiliz ve Fransız komutanlar nezdinde girişimde bulundum. Uygun bulmaları halinde Kelebek’teki malzeme kurtarılacak, aksi halde terk edilecektir.
Bunların kurtarılması için de yağmurdan ileri gelen zaman kaybının dikkate alınmasının İstanbul’daki murahhaslar marifetiyle teminini arz.
Kelebek, Pozantı, Akköprü ve Çiftehan istasyonunda Adana’dan kuzeye doğru gönderilen ortama 500 vagonluk silah, malzeme ve eşya vardı. Pozantı’ya kadar demiryolu kısmını 26 Aralık 1918 günü öğle vaktine kadar boşaltmak gerekiyordu. Bundan ancak 100 vagonluk bir kısmının Pozantı ve Ulukışla’ya gelebildiği ve üst tarafının daha güneyde kaldığı anlaşılıyordu. Yağan yağmur dolayısıyla boşaltmanın dört gün uzatılması teklifine red cevap verilmesi yüzünden Kelebek istasyonundaki 30 vagon piyade ve topçu cephanesi, 15 vagon benzin ve vagonlara yüklenmiş iki deniz tayyaresiyle 200 ton kadar yiyecek maddesi geri taşınamayarak yerinde bırakıldı.
Osmaniye’de Türklerin elindeki bütün silahlar alınarak Ermenilere dağıtıldı.
Mersin İşgal Komutanı Albay Romieu, aldığı bir emir üzerine Mersin istasyonunda bir İngiliz postanesi açtı.
Bütün özel ve resmî mektuplarla telgraflar bu postane aracılığıyla gönderilecekti. Bu postanede Osmanlı pullarının Fransızca olarak damgalandığı görüldü. Hatta Fransızların işgal ettiği yerlerde kullandıkları pullardan getirtilerek Türk pulları yerine kullanılmasına başlanıldı.
27 ARALIK 1918
Fransızlar Pozantı’yı işgal ettiler.
Fransız şımarıklığı burada da hemen kendini gösterdi. Amanos İşçi Tabur Komutanı Yüzbaşı Mustafa Bey Fransızlar tarafından öldürüldü. Kızılay tesislerindeki nöbetçilerin bile silahları alındı. Burada bırakılan eşya ile 50 ton yiyecek, 150 ton arpa ve 120 otomobili Fransızlar yağma ettikler.
Halep’ten Kilis’e bir müfreze İngiliz askeri geldi.
28 ARALIK 1918
Mersin İşgal Komutanı Albay Romieu, resmî ve özel bütün yazışmalara sansür konulduğunu Mersin Mutasarrıfı Galip Bey’e bildirdi. Galip Bey de durumu şifresiz açık bir telgraf ile İngiliz postanesi aracılığıyla Adana Valiliği’ne bildirdi.
30 ARALIK 1918
Ermeniler, Payas camiine saldırdılar. Camiyi pislikle kirlettiler.
02 OCAK 1919
Fransız Yarbay Römyo (Romieu) komutasındaki Ermeni gönüllü alayı, Mersin’de Merkez Gümrük iskelesinden çıktılar ve Taş Han’a yerleştiler.
İngiliz Yüksek Komiserliği, “Türk halkını teşkilatlandırdığı, il ve ilçelerde cemiyetler kurduğu” iddiası ile Osmanlı Hükûmeti’nden, Nihat Paşa’nın azlini istedi. Harbiye Nazırı, bu isteği yerine getiremeyeceğini Sadrazam’a yazdı.
İngiliz Amiral Somerset Arthur Gough Calthorpe, Londra’ya yazdığı raporunda, Kafkasya’da ve Kilikya’da mütarekeye uyulmadığını bildirdi.
Türkler öz yurtlarının parçalanmasına kolaylıkla boyun eğmeyeceklerini belli etmişlerdir. Altıncı ve Dokuzuncu Ordular, Mütareke’ye karşı sessiz bir direniş içindedirler. Türk halkı kaygılıdır. .. Türklere dikte ettirilecek barış şartları açıklanınca, Türkiye’de yer yer patlamalar olacağı anlaşılır. İngilizler bu patlamaların önüne geçmek için, dinamik kişileri yakalayıp susturmanın yeteceğini düşünürler. Kişilere karşı yeni bir savaş yoluna saparlar. Bu yeni biçimdeki “savaşın” ya da sömürgeci yöntemin öncülerinden biri Amiral Calthorpe’dur. 02 Ocak 1919 günü Londra’ya şunları teller:
“Türk Hükûmeti’ni protesto edip durmak, hem yararsız, hem de onurumuzla bağdaşmaz görünüyor. Bugünkü kabine (Tevfik Paşa Hükûmeti), bize her türlü iyi niyeti gösteriyorsa da onun emirlerine uyulmuyor. Kafkasya’da, Kilikya’da Mütarekeye uyulmadığını, Ermenilere karşı davranışların ise her zamanki gibi aşırı saldırgan olduğunu görüyoruz. Bu sebeple, durum, yeni biçimde bir eylem gerektiriyor. Kendileri aleyhinde delil bulunduğu sanılan kimselerin hemen yakalanıp Müttefik askerî makamlarına teslimini isteme yetkisinin bana verilmesi, en etkin çare olacaktır kanaatindeyim.”
04 OCAK 1919
Tarsus’ta Ermenilerin günden güne artan şer davranışları 04 Ocak günü de kendini gösterdi. Hancı Abdo (Benli), Kız Okulu önünden geçerken Ermeni komitacılarının hücumuna uğradı. Süngü ile göğsünden yaralandı. Fransızlar tarafından kurtarılarak tedavi altına alındı. Ermenilerin şirretliği Fransızları da zor durumda bıraktı. Olay şehre yayılınca gençler silaha sarılmışlar, hükûmet konağı önünde toplanarak Ermenilerin bu kalleşçe hareketini protesto ettiler. Fransızlar durumun kötüye gittiğini görerek Türkler tarafından ileri sürülen istekleri kabul etmek zorunda kaldılar. Bu istekler şunlardı:
1) Abdo Efendi’yi öldürmek kastı ile yaralayan Ermeni askerinin ve arkadaşlarının cezalandırılmaları,
2) Tarsus’taki Ermeni askerlerinin çekilerek yerine Fransız ve Müslüman sömürge askerlerinin getirilmesi,
3) Ermenileri himaye edip, onları kışkırtan Guvernör’ün değiştirilmesi.
Bu istekler, Adana’dan gelen Baş Administratör (Kilikya İdarî Şefi) Brémond tarafından kabul edildi. Guvernör değiştirildi, yerine Binbaşı Kostilyer getirildi. Ermeni askerlerinin yerini Cezayir ve Tunuslu Müslüman askerler aldı. Abdo Efendi’yi yaralayan Ermeni ve arkadaşları da cezalandırılmak üzere askerî mahkemeye verilmişlerdi.
07 OCAK 1919
Harbiye Nazırı Cevat Paşa, halkı teşkilatlandırdığı gerekçesiyle görevden alınmasını istedikleri Nihat Paşa konusunda Fransızlara cevap verdi. Nihat Paşa’nın alınması konusunda “Sözde kalan bu suçlamalardan dolayı bir şey yapamayacağını” bildirdi.
09 OCAK 1919
Fransızlar, Adana’da Genel Valiliğe Albay Romieu Brémond’u getirdiler. Brémond, Genel Vali olarak Adana Hükümet Konağı’na yerleşti. Sancak ve illere “Gouverneur” olarak subaylar tayin ettiler ve bu suretle “Osmanlı idare şebekesinin üstünde bir Fransız kontrol idaresi” kurdular. Albayın resmî mühründe “Ermenistan İdarî Servisi” yazısı vardı.
Brémond ile birlikte Adana sınırları dâhilinde Fransız üniforması giyinmiş Ermeniler daha serbest, daha çok saldırgan olmaya başladılar.
Suriye’ye göç eden Ermeniler de getirilerek yerleştirildiler ve silahlandırıldılar. Gerek üniformalı, gerekse göçmen Ermeniler Türklere baskılarını gün geçtikçe arttırmaya başladılar.
16 OCAK 1919
İngiltere, Osmanlı toprakları üzerindeki egemenliğini sürdürmekte kararlıydılar. Önceden yapılan gizli antlaşmalar gereğince paylaşımlar ortaya çıkacaktı. Ama gene de İngilizler işin yönetimini ellerinde tutmak istiyorlardı. İngiltere Dışişleri Bakanlığı, İngiliz görevlilerine, “Mütarekenin uygulanmasını sağlama sorumluluğu tek başına İngiltere Krallık Hükûmeti’ne ait olacaktır. Bu maksatla gerekli görülecek böyle bir askerî hareketin yürütülmesine İngiltere, müttefiklerine sormaksızın her zaman yetkilidir” emrini verdi.
İngilizler Nihat Paşa konusunda ısrarlıydılar. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği, Nihat Paşa’nın görevden alınmasını tekrar istedi. İngiliz baskısı karşısında Harbiye Nazırı Cevat (Çobanlı) Paşa istifa etti. Yerine Ömer Yaver Paşa getirildi.
ANFRE MERSİNLİLERLE TANIŞTI
Mersin Guvernörü Binbaşı Anfre, Mutasarrıf Galip Bey’den, idare amirleri ile Mersin’de oturan çeşitli cemaatlerin temsilcileriyle tanışmak istediğini bildirdi.
Mersin Mutasarrıfı Galip Bey, tanıştırma törenini 16 Ocak 1919 günü yaptı. Sabahleyin Mersin’deki görevli amirler Genel Meclis salonunda toplandılar. Binbaşı Anfre, Tahrirat Müdürü Salim, Muhasebeci Kambur Cemal, Defteri Hakanî (Tapu) Müdürü Lâzkiyeli Şükrü, Tahsil Müdürü Mehmet Lâtif, Nüfus Müdürü Ziya, Evkaf Müdürü Hulusi, Ceza Mahkemesi Reisi ve Kadı Tahsin, Gümrük Müdürü’ne vekâleten Müfettiş İhsan, Jandarma Komutanı Binbaşı Hasan Zühtü ve Emniyet Komiseri Hüsnü Beylerle tanıştırıldı.
Aynı gün öğleden sonra, Genel Meclis salonuna cemaat temsilcileri geldiler. Müftü Abdullah Sıddık Efendi ile Hristiyan ve Musevi cemaatleri temsilcileri bir araya geldiler. Guvernör Binbaşı Anfre, misafirleriyle görüşürken, özellikle azınlık cemaatleriyle ilgilendi. Müftü ile fazla ilgilenmedi. Görüşmenin bir yerinde, Binbaşı Anfre, Fransız hayırseverliğini (!) göstermek istedi. Cemaat liderlerine şöyle seslendi: “Cemaatlerin fakirlerine un, şeker, çay ve kahve gibi savaş sırasında sıkıntısı çekilen yiyecek maddeleri dağıtacağız. Bunun için, fakirlere yardım edecek birer cemiyet kurunuz. Yönetim kurulu ve fakirlerinizin ad listelerini en kısa zamanda Guvernörlüğe teslim ediniz.”
Cemaatler, birkaç gün içinde cemiyetlerini kurdular. Yönetim kurulu listesiyle birlikte, her biri, sayfalar dolusu fakir listesi sundular.
Listeler verilirken, bu cemiyetlerin kurdurulma amaçlarından birisi gerçekleşti: Fellah dediğimiz yerli Araplar ve Osmanlı vatandaşı Müslüman Araplar, Türklerden ayrı liste verdiler. Demek ki, bunlar Türklerin kurduğu cemiyetten ayrı teşkilâtlanmışlardı. Yahut da Fransızlar bunları bunun için zorlamışlardı.
Binbaşı Anfre, sömürge yöneticisi olarak, basit bir kuralı uyguluyordu. Bir arada olanları böl, parçala. Her birimi, mümkün olduğu kadar küçült. Küçültmek için böl. Bölerken, aralarına nifak sok. Bir daha Fransızlar karşısında bir araya gelmesinler. Binbaşı Anfre, bu kuralı uygularken, “fakirlere yardım” gibi çok iyimser, çok duygulu, oldukça insanî bir bahaneyi kullanıyordu. Duygu sömürüsü yaparak hedefine ulaşacaktı. Hıristiyan cemaatleri Türkler aleyhinde kolaylıkla ikna edebilirdi. Ama onun için önemli olan Müslüman grupların birbirlerinden ayrılması idi. Bunlar arasında rekabet ve düşmanlık duygularını teşvik etmeliydi.
BÖLGEMİZDE KURULAN CEMİYETLER
Mersin Guvernörü Binbaşı Anfre, cemaatlere, “gidin cemiyet kurun” dedikten sonra cemaatler yoğun bir faaliyete başladılar. 16 Ocak günü toplantıdan çıkar çıkmaz cemaat ileri gelenleri bir araya geldiler. Hemen aralarında cemiyetin oluşumunu gerçekleştirdiler. Önce yönetim kurulu üyelerini belirlediler. Daha sonra tüzük hazırlamaya başladılar. Hemen bütün cemaatler Guvernörlük’ten izin alarak çalışmaya başladılar. Birer büro tutarak kayıt yapmaya başladılar.
Cemiyet kurmada sadece Türkler gecikti. Bütün kanunî formaliteleri tamamladıkları halde, her müracaatta bir başka bahane ile karşılaştılar. Sonunda “Türk Hayır Cemiyeti” adıyla kurdukları cemiyetin adını “İslam Hayır Cemiyeti” olarak değiştirdiler. Arkasından pek çok teminatlar verdikten sonra çalışmasına izin verildi.
Mersin’de kurulan cemiyetleri şöyle sıralayabiliriz:
1-İslam Hayır Cemiyeti
2-Cemiyetül İslamiyetül Arabiyyetül Hayriyetül Şiîye
3-Birleşik Ermeni Cemiyeti
4-Rum Cemiyeti
5-İslam Arapların Hayır Cemiyeti
6-Hristiyan Arapların Cemiyetleri
a-Ortodoks Arapların Kurduğu Cemiyet
b-Marunilerin Kurduğu Cemiyet
7-Musevi Cemiyeti
8-Kürt Yardım Cemiyeti
Şimdi bu cemiyetlerin yönetiminde görev alanları ve faaliyetlerini inceleyelim:
1) İSLAM HAYIR CEMİYETİ:
Bu Türklerin kurduğu cemiyettir. İlk kuruluş adı “Türk Hayır Cemiyeti” idi. Ancak Fransızlar “Türk” adına tahammül edemedikleri için, Türklerin bu adla cemiyet kurmalarına izin vermediler. Bunun üzerine hem cemiyetin kurulmasını kolaylaştırmak ve hem de diğer Müslüman gruplarını da yanlarına çekebilmek amacıyla “Cemiyetül Hayriyetül İslamiye”olarak değiştirdiler. Bir müddet sonra da “İslam Hayır Cemiyeti” olarak değiştirildi. Bu ara, yönetim kurulu da değişikliklere uğradı.
Değişikliklerden sonra İslam Hayır Cemiyeti yönetimi şu kişilerden oluştu:
Başkan: Müftü Abdullah Sıddık Efendi.
İkinci Başkan: Eski Cami İmamı Ahmet (Ergelen) Efendi ve Galip Hasip Bey.
Guvernörlük Temsilcisi: Hacı Yakup Ağa oğlu Hacı Ömer Lütfi (Kuntay) Bey.
Köyler Temsilcisi: Hıdır oğlu Ali Efendi.
Üyeler: Nüfus Müdürü Ziya (Yalaz) Bey, Belediye Doktoru Hayri (Tolunay), Hacı Yusuf Ağa oğlu Tahsin Bey, Niyazi (Develi) Bey.
Cemiyetin toplantı yeri olarak Yeni Cami imam odası, Eski Cami İmamı Ahmet Efendi’nin odası ve her defa değişik yerler, binalar kullanıldı.
İslam Hayır Cemiyeti’nin çalışmaları sadece Fransız makamları tarafından değil, diğer cemaatler tarafından da engellenmeye çalışıldı. Türklerin faaliyetleri değişik bahanelerle aksatılmak ve türlü zorluklarla baltalanmak istenilmiştir. Bütün bu zorluklara rağmen Türkler büyük fedakârlıklar göstererek çalışmalarını devam ettirmişlerdir. Her türlü engellemeye, baskıya, tehdide karşı yılmadan ve canlarını tehlikeye atarak karşılarına çıkarılan güçlüklere göğüs germişlerdir.
Türkler, bu yeni ortamda sadece İslam Hayır Cemiyeti şeklinde çalışılamayacağı kanaatine vardılar. Çünkü Türkler, diğer cemaatlerden farklı konumdaydılar. Memleketleri işgal altındaydı. Türkler Fransız işgalini onaylamıyorlardı. En kısa zamanda bu işgalden kurtulmanın yolları aranacaktı. İşte bu ortamda, İslam Hayır Cemiyeti ve Mersin Jandarma Taburu iç içe olan gizli bir cemiyet daha kurdular. Bu gizli cemiyet, Jandarma Tabur Komutan Vekili Yüzbaşı Haydar, Seyyar Bölük Komutanı Galip Tekin, Jandarma Kâtibi Ali Rıza, İslam Hayır Cemiyeti’nden Nüfus Müdürü Ziya ve Doktor Hayri Beyler ve halktan Hacı Mahmut (Tarsuslu Palancı Mahmut) Ağa’nın katılımı ile kuruldu. Toplantı yeri, Palancı Mahmut’un kiraya oturduğu ve Kayıkçı Emmi Nur’a ait olan evdi.
Bu cemiyetin görevleri arasında köylerle bağlantı kurmak, yoksul şehit ve asker ailelerinin ihtiyaçlarını belirlemek ve gidermek, deniz yoluyla gelen esirlerin memleketlerine gidebilmeleri için yol parası ve iaşelerinin karşılanması olarak sıralayabiliriz.
Ayrıca Türk gençlerini bir araya getirmek, onları uyarmak, silahlandırmak en önemli görevlerindendi. Gençleri kolayca silahlandırabilmenin yolu onların jandarma yazılmalarını sağlamaktı. Fransız işgal makamlarını aşmak için çok zorlandılar. Yerli düşmanlarla uğraştılar. Bunların Fransız askerleri arasında yer alan Müslüman askerlere Türkleri kötüleyen propagandalara karşı tedbir bulmaya çalıştılar. Köylere yapılacak saldırılar, baskınlar ilgili köylere duyurulup tedbir alınmasına yardımcı oldular. Bu iki cemiyet el, iş ve gönül birliği yaparak, Toros eteklerinde Fransızlara karşı ilk direniş hareketinin tohumlarını serpmişlerdir.
Bu iki Türk cemiyeti, pek çok vahşeti önlemişlerdir. Köyü ve şehiri Kuvayi Milliye’ye hazırlamışlardır. Bu çalışmaları yaparken işgalin baskısı her an peşlerindeydi. Yakalandılar, hapsedildiler, tehdit edildiler, memurluktan kovuldular, Kilikya dışına sürgün edildiler. Ama hiçbir zaman yılmadılar ve yollarına devam ettiler.
2-CEMİYETÜL İSLAMİYETÜL ARABİYYETÜL HAYRİYETÜL ŞİÎYE:
Cemiyet üyelerinden bir bölümü cemiyetin adına itiraz ettiler. Günlerce süren uzun görüşmeler sonunda cemiyetin adından “Arabiyye” adı çıkarıldı. Yöneticiler şu kişilerden oluştu:
Başkan: Ahmet Hallaç.
İkinci Başkan: İbrahim Beddur.
Guvernörlük Temsilcisi: Antakyalı oğlu Abdülhamit.
Üyeler: Cebrail oğlu İbrahim, Şıh Süleyman ve Cebrail oğlu Mehmet Ali.
Toplantı yerleri Bahçe Mahallesi’nde bir ev idi.
Cemiyet üyeleri çoğunlukla Bahçe, Cumhuriyet ve Hamidiye Mahalleleri ile Karaduvar, Karacailyas, Kazanlı ve Adanalıoğlu’nda oturmaktaydılar.
Cemiyet üyeleri arasında tam bir fikir birliği yoktu. Çünkü bir kısmı Fransızlarla işbirliği yaparken; işgale karşı olan, Kuvayi Milliye ile çalışıp birlikte hareket eden, büyük fedakârlık gösteren, İstiklal Madalyası alan vatanseverler de vardı.
BİRLEŞİK ERMENİ CEMİYETİ:
Ermenilerin kurduğu iki önemli cemiyet vardır. Taşnak ve Hınçak. Tarihin akışı içinde bu iki cemiyet fikir, düşünce, eylem açısından birbirinden farklı ve bir arada olamayan, aralarında ortak nokta olmadığı için bir araya gelemeyen ihtilalci iki komiteydi. Kuruldukları ilk günden itibaren, iki yüz yıldır bu böyle idi. Ama Fransızlar bunları Mersin bölgesinde birleştirdiler.
Fransızların baskısıyla Taşnak, Hınçak ve Hoybon cemiyetleri bir araya gelerek “Ermeni Cemiyeti Müttehidesi” adıyla bir cemiyet kurdular. Yönetim kurulu üyeleri şunlardı:
Başkan: Manolyan.
İkinci Başkan: Mığırdıç Zelveyan.
Guvernörlük Temsilcisi: Kirkor Zelveyan.
Üyeler: Mardiros Dellelyan, Agop Şekerciyan ve Muhtar Saatçi Artin.
Toplantı yerleri Ermeni Kilisesi idi.
Cemiyet kendi içinde görev bölümü yaparak gruplar kurmuştur. Bunlar danışma grubu, karar verme grubu ve uygulama grubu gibi birbirinden ayrı ama belli bir amaç için çalışıyorlardı. Kısa sürede Mağara’da merkez olmak üzere Silifke merkez ve ilçelerinde de şubeler kurdular. Buralarda Osmanlı yönetimini, Kuvayi Milliye’nin ve 23 Nisan 1920’den sonra da Millî Hükümet’in uygulamalarını izlediler. İşgalci Fransız yönetiminin el altındaki değneği gibi, Çukurova insanının başının üstünde gezinip durdular. Paris’teki Ermeni cemiyetleri genel merkeziyle bağlantı halindeydiler. Fransızlardan en büyük yardımı bunlar aldı.
Mersin merkezinde ve Tarsus’ta, bazı nahiyelerde kontrolörleri vardı. İşgalden sonra çok sayıda Ermeni’nin göçmesini organize ettikleri için, hemen her yerleşim yerinde üyeleri bulunuyordu. Jandarma Taburu’nda kontrolör olarak Bölük ve Takım Komutanı Ermeni Yedek Subayları, erbaş ve erleri bulunuyordu. Emniyet teşkilâtı hemen hemen ellerindeydi. Kiliseler arası ayinlerde Rumlarla birleştiler. Hristiyan Arapların bazılarını kendi emellerine alet ederek para yardımı da sağladılar.
Cemiyet kurulduktan sonra da devam eden Ermeni göçünde faal olarak görev yaptılar. Gelen Ermenilerin önemli bir bölümünü Mersin’e yerleştirdiler. Bunları iş sahibi yaptılar. Diğer yerlere gidecekleri bir program dâhilinde, ihtiyaçlarını karşılayıp gönderdiler. Birinci Dünya Savaşı sırasında gönderilen Ermenilerin evleri, malları tekrar kendilerine teslim edildi. Satılan ticarî malları karşılığında da tazminat olarak büyük paralar aldılar.
Lejyon Ermeniyan (Paralı Ermeni askerleri) komiteci Ermenilerden oluşuyordu. Bunlardan bir taburu Mersin’de bırakıldı. Tarsus’a ve Adana’ya da gönderildi.
Ermeni Cemiyeti, Fransız ordusu içindeki Ermeni lejyonlarından sonuna kadar yararlandı. Bunlar sayesinde fedailerini milis yaparak silahlandırdılar. Böylece katilleri, soyguncuları hem maaşlı, hem silahlı yaptılar. Zaten işgalci Fransız yönetimi bunların en büyük koruyucusu olduğundan, şehirlerde mahallelere, köylere korkusuzca saldırıyorlar, yağma yapıyorlar, cinayet işliyorlar, evleri yakıyorlardı. Ceza yerine taltif edilince iyice azıttılar, zaptedilmez oldular. O kadar ileri gittiler ki, Mersin’den Saimbeyli’ye kadar uzanan bölgede müstakil bir Ermeni Krallığı kurmak hayalini açıktan söylemeye başladılar. İlgili hazırlıkları yaptılar, gizli teşkilâtları kurdular. Hâlbuki bu bölge Fransız imtiyaz bölgesiydi. Fransa bu uçsuz bucaksız verimli toprakları, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri Ermeniler krallık kursunlar diye mi işgal etti? Bu kadar zahmete bunun için mi katlandılar? Bu kadar askerin ölümünü Ermeniler için mi göze aldılar? Tabii ki hayır!
Ermeniler, son birkaç yüzyıldır aynı hatayı yapıyorlar. İngiliz, Fransız ve özellikle Rusya’nın himayesinde, bu devletlerin ele geçirmek istedikleri topraklarda devlet kurma hevesine kapıldılar. Yani açıkçası bu devletlerin taşeronluğunu, tetikçiliğini yaptılar. Ama o devletlerin, o toprakları kendilerine vermeyeceğini akıl edemediler. Bu tür faaliyetlere öncülük eden Ermeni komitecileri, bu iç devletin gizli servisleri tarafından beslendi ve yönlendirildiler.
Güneyin verimli topraklarının da kendilerine verilmeyeceğini anlayamadılar. Yahut anlamak istemediler.
4) RUM CEMİYETİ:
Rumlar, uzun yıllardan beri Mersin ve çevresinde rahat bir hayat yaşadılar. Yaptıkları işlerden dolayı zengin ve huzurluydular. Fransız işgal makamlarının emrine uyarak bir yardım cemiyeti de bunlar kurdular. Cemiyetin yönetim kurulunda şu kişiler vardı:
Başkan: Yusufaki Tiryakidis.
İkinci Başkan: Haralem Gedikoğlu.
Guvernörlük Temsilcisi: Eczacı Aslanoğlu Corci.
Üyeler: Abraham Alçıoğlu, Zeve oğlu Mihaildi.
Toplantı yeri olarak kiliseyi kullanıyorlardı.
Cemiyet, ilk aylarında pek sessiz kalmasına rağmen, 15 Mayıs 1919 günü Yunan askerlerinin İzmir’i işgal etmeleri üzerine, renklerini birdenbire değiştirdiler. Batı Anadolu’da yaptıkları taşkınlıkları burada da yapmaya çalıştılar. Ama Ermeniler kadar ileri gidemediler. Bunlar da Yunan Krallığı sevdasına düştüler. Fabrikatör Bodosaki başkanlığında Yunanlılara yardım sağlamak için Dimos oğlu Nikola, kitapçı Papadüpolo, keresteci Aleko, İstik oğlu Murat ve Filip’in yönettikleri ikinci ve gizli bir cemiyet kurdular. Fransızların kurduğu milis teşkilatında, emniyette komiser muavini olarak yer aldılar. Ticaret Mahkemesi’nde Ermeniler için yalancı tanıklık yaptılar. Amerikan heyetinin gelişinde de Fransızları desteklediler. Arslanköyü’nü basmak ve köylüleri yok etmek için Aslan oğlu Corci’nin kışkırtması ile fedai milis kuvvetleri kurup gönderen Rum Cemiyeti idi.
Ermenilerle işbirliği yaptılar. Onların hazırladığı bütün törenlere, faaliyetlere katıldılar. Onların her kötü hareketlerine ortak oldular. Rumlar bu çalışmalarıyla Ermenilere manen ve maddeten destek çıkarak, yıllarca bu memleketin ekmeğini yedikleri halde ve iyi komşuluk ilişkilerine rağmen Türklere saldırmaktan çekinmediler.
Mersinli fabrikatör Bodosaki, Haziran’dan sonra sık sık İzmir’e gitti. Toplanan yardım paralarını Yunanlılara götürdü. Bodosaki’nin 1922’den sonraki servetine bakılacak olursa, Mersin’den kaçarken ve İzmir’e götürdüğü paraların bir bölümüyle Atina’da kendi adına yatırım yaptığı anlaşılmaktadır.
Bodosaki, Ege’de ilerleyen Yunan ordusuna, Çukurova’dan gönüllü Rum toplamaya çalıştıysa da başarılı olamadı.
5) İSLAM ARAPLARIN HAYIR CEMİYETİ:
İslam Araplar, yani Sünni Araplar, Cemiyetül İslamiyetül Arabiyetül Hayriye Cemiyeti kurdular. Yöneticileri şu kişilerden oluştu:
Başkan: Abdullah Dehlevi.
İkinci Başkan: Hamit Hayfavi.
Guvernörlük Temsilcisi: Hasan Seydi.
Sekreter: Beşir Seydavî.
Üyeler: Hasan Kırk, Tevfik Nephan.
Toplantı yerleri Gümrük Meydanı kuzeyinde, Akdeniz Oteli’nin bulunduğu sokakta idi.
Bu cemiyet de diğerleri gibi Fransız emellerine hizmet için kurulmuştu. Bazı üyeleri, yıllarca beraber yaşadığı, komşuluk yaptıkları, aynı inancı paylaştıkları Türklere karşı ihanette çok ileri gittiler. Fransızlarla işbirliği yaptılar. Hatta Ermeni ve Rumlarla beraber hareket ettiler. Türk’e ve Türk bayrağına saldırmak, hakaret etmek için onlarla yarıştılar. Ev ve ticarethanelerine Fransız ve bazen Ermeni bayrağı asmaya başladılar. Türk bayrağını yırtıp paspas yapanlar da az değildi.
6) HIRİSTİYAN ARAPLARIN CEMİYETLERİ:
a) ORTODOKS ARAPLARIN KURDUKLARI CEMİYET:
Bu cemiyetin yöneticileri Anton Akil, Hanna Butros, Mihail Carcura ve Basil Dumani idi. Guvernörlük temsilcisi ise cemaat muhtarı terzi Tannus Faris idi.
Tannus Faris çok candan bir Türk dostuydu. İşgalin en karanlık, baskıların en yoğun olduğu dönemlerde Türklere yardım etmiştir. Türkler aleyhinde alınan kararları Kuvayi Milliye’ye bildirmiştir. Öz bir Türk olarak görevini başarıyla yapmıştır.
Guvernörlük’te Türk temsilcilerinin bulunmadığı toplantılarda yapılan gizli görüşmeleri, Fransızların verdiği emir ve direktifleri, diğer cemaatlerin Türkler aleyhindeki konuşmalarını Nüfus Müdürü Ziya Bey aracılığıyla Türklere haber veriyordu.
Amerikan heyetinin oy yoklamasında, Türkler lehinde, kendi grubundan ve diğer Hristiyanlardan pek çok oy toplamıştır.
Bir gün, Ermeniler Türk kadınlarının yıkanacakları sırada büyük hamama baskın yapmayı planladılar. Bunu haber alan Tannus Faris, bu bilgiyi zamanında Türklere ulaştırarak, bu çirkin saldırıyı önlemiştir.
b) MARUNİLERİN KURDUĞU CEMİYET:
Bu cemiyetin yöneticileri Katrancılardan Ferhat, Tusuf Şubeyr’dır. Fakat her iki cemaat mensupları arasında da tarafsız olan ve Türklerle iyi geçinen kişiler vardı.
7) MUSEVİ CEMİYETİ:
Fransızlar, cemaatlerden hayır cemiyeti kurmalarını istediği zaman, Museviler, Havra’da kendi hayır cemiyetleri olduğunu söylediler. Fransızlar ruhani işlere karışmak istemediklerini, ısrarla yeni cemiyet kurmalarını istediler. Bunun üzerine mevcut yardım cemiyeti yöneticileri olan Vital Sturumza, Kapeluto ve Gatenyo Havra’da toplandılar. Başkan Vital Sturumza’yı aynı zamanda Guvernör temsilcisi seçtiler.
Yeni bir cemiyet kurulması hakkındaki istekleri reddolunca Guvernör, Musevi temsilcisini çağırttı. Bu hareketlerinin kendisi ve Musevi cemaati için iyi olmayacağını söyleyerek tehdit etti. Amerikan heyetinin yoklamasında Türkler lehinde oy kullandılar. Fransız işgal makamlarının raporlarında Museviler Türklerin safında gösteriliyordu.
Musevi Hayır Cemiyeti başkanı Vital Sturumza, Mersin’e çok önceleri yerleşen Musevi ailelerindendir. Kendisi veterinerdi. Mersin Gümrük Kimyagerliğini yaparken, Türk okullarında öğretmenlik de yaptı. Birinci Dünya Savaşı’nda Veteriner Yüzbaşı olarak Türk ordusunda hizmet verdi. Su Bendi savaşından sonra casuslukla suçlanarak bir kısım Türk aydın ve ileri gelenlerle birlikte hapsedildi. 41 gün hapiste kaldıktan sonra, bir akrabası Adana İspanya Konsolosu Hanri Gatenyon’u gördü. Konsolosun ricasıyla kurtuldu.
Kuvayi Milliyecilerin, güneyde yaygın söyleyişiyle “çetelerin” Mersin’e baskın yapacağı söylendi. Fransızlar bu bahaneyle Vital Sturumza’nın evine makineli tüfek yuvası kurmak istediklerini bildirdiler. Vital bu isteği de reddedince, Fransızlar tarafından tekrar hapsedildi. Ama yine Adana İspanya Konsolosu Hanri Gatenyon aracılığıyla kurtuldu.
8) KÜRT YARDIM CEMİYETİ:
Fransızların Türk vatandaşlarını parçalamak, bölmek, cemaatlerle birlikte her birini kendi emellerinde kullanmak için kurdurduğu cemiyetlerden çoğunlukla istedikleri sonucu almışlardı. Ama ummadıkları sonuçla da karşılaşıp, şaşırmışlardı. Cemiyetler Ocak 1919 tarihinde kurulmaya başladığı halde, Kürtler Ağustos ayına kadar Fransızların istediği cemiyeti kurmamışlardı. Kürtler kendilerini Türklerden ayrı görmedikleri ve kardeş saydıkları için ayrı bir cemiyet kurmaya teşebbüs etmemişlerdi. Ama Fransızlar, her grubu bölmek, küçültmek, aralarına anlaşmazlık sokmak için Mersin’de Kürtlere baskı yaptılar. Ağustos 1919’da Kürt Yardım Cemiyeti’ni kurmak zorunda kaldılar. Kürtler, kendilerini ayrı görmedikleri Türk İslâm Cemiyeti ile görüştüler. Ayrı cemiyet kurmaları için baskı yapıldığını anlattılar. Bunun üzerine anlaşmalı olarak yeni cemiyetin kurulmasına karar verildi. Cemiyetin kurulması işiyle Şıhman oğlu Salih Efendi görevlendirildi. Kurulan Kürt Yardım Cemiyeti yönetim kurulunda görev alan kişiler şöyledir:
Başkan: Hacı Baba oğlu Kâmil Efendi.
Guvernörlük Temsilcisi: Salih Efendi.
Üyeler: Zülfikar ve lokantacı Cemal Efendiler.
Fransızların zorla kurdurdukları Kürt Yardım Cemiyeti hiç de umdukları gibi çıkmadı. Fransızların aleti olmadılar. Ermeni ve Rumlarla beraber çalışmadılar. Tamamen Türklerin yanında yer aldılar ve birlikte çalıştılar.
Mersin’de kurulan Kürt Yardım Cemiyeti ile Tarsus’ta kurulan Kürt Dostluk Cemiyeti birbirinden farklı iki ayrı düşünceye sahipti. Tarsus’ta kurulan cemiyet, daha çok İstanbul’da kurulan “Kürt Teali Cemiyeti” gibi İngiliz ve Fransız himayesiyle kurulmuştur. Amacı, Türk düşmanlığı yapmak, Ermeniler gibi devlet kurmak, daha doğrusu İngiliz ve Fransız emellerine yardımcı olmak, onlar adına eşkıyalık, canilik yapmak, onlar için ölmek.
Şunu unutmamak gerekir: Bizim Güney, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgemizdeki toprakları isteyenlerin sayısı biraz fazlaca. Bir kere bu topraklara en önce Rusya, Fransa ve İngiltere sahip olmak istemektedir. Sömürgeci zihniyet, kendi elindeki toprağı bir başkasına verir mi? Ne gariptir ki, aynı topraklar, Ermenilere ve Kürtlere de vaat edilmiştir. Bunu bildikleri halde her iki grup da bu tuzağa düşmüşlerdir.
Güney cephesinde müfrezeler kurulup silahlı mücadele başlayınca, İslam Hayır Cemiyeti üyeleri Kuvayi Milliye’ye katıldılar. Bu üyelerin görevini Mersin’de Kürt Hayır Cemiyeti üyeleri yaparak, çok önemli bir görevi yerine getirdiler. O günlerde Evkaf memuru Fuat Osman, Meclis Başkâtibi Azmi, gümrük memurlarından Belenli Musa Beyler Kızılay Cemiyeti’nin bir şubesini Mersin’de kurdular. Kızılay Cemiyeti Türk esirlerine büyük yardımlar sağladı. Bunların kaçmalarını kolaylaştırdı.
PARİS BARIŞ KONFERANSI
18 OCAK 1919
Paris’te, Osmanlı Devleti’nin geniş bereketli topraklarını paylaşmak ve dünyanın haritasını yeniden çizmek için, emperyalistlerin adını koydukları Paris Barış Konferansı başladı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra milletlerarası alanda yeni bir düzen kurmak ve Avrupa’nın geleceğini kararlaştırmak üzere, Paris’te, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ile İngiliz, Fransız ve İtalyan Başbakanları arasında toplantılar yapılmaya başlandı. Bu toplantılarda ele alınan konulardan biri, Birinci Dünya Savaşı sırasında düşman devlerden ayrılacak olan ülkelerin statüsünün tespiti idi. Birinci Dünya Savaşı’ndaki düşman devletlerden ve bu arada Osmanlı Devleti’nden ayrılacak ülkelerin, kurulması düşünülen Milletler Cemiyeti’nin manda rejimine konulması Güney Afrika Birliği Başkanı General Smuts’un teklifi üzerine Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson tarafından esas itibariyle kabul edilmişti.
Mütarekeden sonra barış antlaşmalarının yapılması için 32 devletin temsilcilerinin katıldığı Paris Barış Konferansı toplandı. Bu 32 devlet müttefik (allied), daha az müttefik (lasser allied) ve ortak (associadet) devletler gibi garip ve suni bir sınıflandırmaya tâbi tutulmuşlardır. Konferans, mahsus Alman İmparatorluğu’nun kuruluş gününe tesadüf ettirilmişti. Konferansta Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın dediği oluyordu. Bu devletlerin Başbakan ve Dışişleri Bakanları’ndan bir “Onlar Konseyi” kuruldu. Bu konferans açıldığında Türkiye’nin nasıl görüldüğünü İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon şöyle izah etmektedir:
“Barış Konferansı toplandığında, yılgın değilse bile itaatkâr bir Türk Hükûmeti’nin bulunduğu İstanbul, Müttefik Kuvvetleri’nin elindeydi. Asya’daki işgal edilmiş Türk kesimlerinde bulunan askeri kuvvetimiz, sadece Mütarekede kararlaştırılan şartların değil, gerekli görülebilecek ek şartların da kabulünü zorlamağa yeterliydi. İngilizler Musul’a kadar ve Musul dâhil Mezopotamya’yı emin bir şekilde ellerinde bulunduruyorlardı... İngilizlerin İran’daki durumu gerek askerî, gerek politik anlamda son derece kuvvetliydi. Hâlâ Hazar havzasındaydık ama hedefe ulaşılmış olduğundan derhal çekilmeyi düşünüyorduk. Hazar denizi elimizdeydi ve Bolşevik kuvvetlerine karşı deniz harekâtı için üs haline getiriliyordu. İngiliz birlikleri, Karadeniz’e kadar bütün Kafkasları işgal etmişti ve Gürcüler, Ermeniler, Tatarlar, Dağıstanlılar ve Ruslardan meydana gelen bütün rakip memleketler arasında sulh için tek garantiyi sağlıyordu... Küçük Asya’da İngiliz askerî işgali altındaki yerler hariç bir Müttefik kuvveti görülmemişti. Ermenilerin hepsi de memleketlerinden kaçmış mülteciler olduklarından, kaderleri kararlaştırılmamıştı. Ermenistan veya belki Kilikya’dan başka, Küçük Asya’nın taksimi düşünülmemişti. Fransızların istekleri ile Arapların durumundaki kati hakikatleri bağdaştırmanın güçlüğü ve Fransızların talihsiz Sykes-Picot anlaşmasının harfi harfine uygulamasında diretmesi yüzünden, Suriye’de daha kritik bir durum vardı. Filistin’de Arap milleti ile Siyonist mültecilerinin çıkarları bağdaşabilecekmiş gibi görünüyor ve her şey iki milletin de kabulüyle Büyük Britanya için yeni bir manda kurulması ihtimaline işaret ediyordu.”
“Paris Konferansı”nda Almanya’ya kabul ettirilecek yeni şekil müzakere edilirken, Osmanlı İmparatorluğu’na verilecek olan yeni şekil de konu edildi. Artık “Doğu Meselesi” harben halledilmişti. Savaş esnasında taslağı hazırlanmış olan siyasi haritanın sınırlarını çizmek kalıyordu. Şimdi hazırlanan taksim taslağına göre, Osmanlı İmparatorluğu’na ve bütün Yakın Şark’a son şekli vermek gerekiyordu. Yalnız Yakın Şark’ın haritasını tanzim ederken, halledilmesi bir hayli zor bir takım pürüzler ortaya çıkmakta gecikmedi.
1) Savaş esnasında Boğazlarda ve Doğu Anadolu’da büyük hisseleri kendisine ayıran Rusya, savaştan çekilmiş ve bütün isteklerinden de vazgeçmişti. Onun terk ettiği arazi ne olacaktı? Gerçi İngiltere burada bir “Ermenistan” ve “Kürdistan” devletinin kurulmasına taraftardı. Hatta Ermeni ve Kürtlere söz vermişti. Lâkin bu mevzuda Fransa ile İtalya aynı şeyi düşünmüyorlardı. Fransa, kendisine mal ettiği Kilikya’yı Ermenilere terk etmek istemediği gibi, Ermeniler de İngiltere’nin kendilerine bahşetmek istediği yerlerle iktifa etmiyorlardı.
2) Saniyen “Sykes-Picot Taksimi” ile kendilerine ayrılan mıntıkalarda ve tekmil Yakın Şark meselesinin halli mevzuunda, devletlerin zıt menfaatlerini bağdaştırmak zannedildiği gibi kolay olmadığı görülüyordu.
3) Rusya çekilirken, İtilaflar zümresinde savaşa katılan Amerika ve onun Başkanı Wilson, İtilaf devletlerinin menfaatlerini baltalayan bir takım prensipler ortaya atmıştı. Menfaat için çarpışan, savaşı kazandıktan sonra en büyük menfaatleri ele geçirmek isteyen emperyalist “İtilaf” grubunun, bu prensipler işine gelmiyordu. Zira bu prensipler hem mağlup milletleri yeniden ayağa kaldırmış, hem de müstemlekelerde fikrî, siyasi seçime sebep olmuştu. Kuvvetli bir ihtimal ile söylenebilir ki, vaktiyle kendilerinden istifade etmek için “İstiklal ve Hürriyet” vadedilmiş olan yetmiş iki milletin ileri gelenleri, Wilson’un prensiplerine sarılarak ve yapılan vaatleri de hatırlatarak “İstiklal ve Hürriyet” istihsal etmek ümidiyle Paris’e doldular.
4) Amerika’nın çekilmesinden, İtalya Başbakanı ihtiyar sinyor Orlando’ya da fazla söz hakkı tanınmamasından sonra Lloyd George ile Fransa Başbakanı Clemenceau bütün bu pürüzlerle beraber, savaş sonrasının dünyasını alâkadar eden pürüzlerini de halletmek vazifesi ile kendilerini mükellef gördüler. İşte bütün bunları hem de Paris’te masa başında oturarak halletmek kolay olmadı. Dünya murahhas heyetleri ile İmparatorluktan ayrılmak, müstakil devlet kurmak isteyen zümrelerin heyetlerini Paris’e davet ettiler. Davete icabet eden Osmanlı Heyeti’nden başka Arap, Yahudi, Ermeni, Kürt, Rum heyetleri de Paris'e geldiler.
21 OCAK 1919
Adanalılar, Ermenilerin çoğunlukta olduğu Fransız askerlerinin baskı ve cinayetlerine karşı daha fazla dayanamadılar. Aralarında birlik olması gereğine inananlar bir araya geldiler. Adana Mukavemet (Direniş) Cephesi’ni kurdular.
GENEL DURUM
28 OCAK 1919
Harbiye Nazırı adına Fevzi Paşa, bir genelge ile durumumuzu orduya bildirdi.
Harbiye: 28.0l.1919
14’ÜNCÜ KOLORDU KOMTANLIĞI’NA
25.01.1919 tarihindeki genel durum olduğu gibi aşağıda tamim olunur:
1) Dokuzuncu Ordu-yu Hümayun Elviyei Selasenin tahliyesiyle iştigal etmektedir. Şubat ilk günlerinde bu livalarda kıtaatı Osmaniye kalmayacaktır. Ancak Kars’taki İngiliz askeri valisi o havaliyi işgal için gerekli asker bulunmadığından dolayı Osmanlı kıtaatının kalmasını yazarak talep ve rica etmiş ve bu ısrar üzerine bir piyade alayı ile bir süvari alayı Kars’ta bırakılmıştır.
2) Ardahan civarında bir köye Gürcüler topçu ateşi iştirakiyle de taarruz etmiş iseler de Müslüman halkın mukavemet etmesi üzerine bir makineli tüfek terk ederek ricat etmişlerdir (kaçmışlardır). Kafkasya’nın bazı mahallerinde Ermeni mezalimi devam etmekte ve Nahcivan taraflarında Şeyh Ali isminde bir zat Ermenilere mukavemet etmektedir.
3) Altıncı Ordu-yu Hümayun terhis muamelatı ile uğraşmakta ve fakat terhis kafileleri batıya doğru sevkte pek çok zorlukla karşılaşmaktadır. Son günlerde bir iki kafile Hizatnas istasyonunda trenlerden indirilmiş ve oradan itibaren Birecik-Ayıntab (Antep) yoluyla İslâhiye’ye gitmek üzere karadan sevk edilmiştir.
4) Süleymaniye’de kurulmuş Kürt Sinan hâkimiyetinin sınırı Erdebil, Altınköprü, Revandiz, Dühük, Beni, Yunus, Kâmî mevkileri dâhil olmuş ve İngilizler istikbalde bu hududun daha ziyade genişleyeceğini iaşe etmekte bulunmuşlardır.
5) Pötürge civarında dâhi Kürtlük tahrikâtı vuku bulmakta ve Basravi ismindeki sergerdenin tecavüzatı artmaktadır. Altıncı Ordu’dan sevk edilen müfrezeye Urfa civarlarında bu sergerde tevabiin tecavüzatına maruz kalmış ve Altıncı Ordu’ca mütecasirleri hakkında takibat yapılarak bir takımı derdest olunmuştur.
6) Adana havalisinde nakledilmeyerek kalan ve İtilafçılar tarafından vaziyet edilen erzak ve teçhizat ve malzeme mevcudu, yüz yirmi altı vagondur.
7) İzmir’e Yunan Salib-i Ahmer (Kızıl Haç) heyeti gelmiştir. Urla civarında Rum haydutluğu devam etmektedir.
8) Edirne’ye bir İtalyan müfrezesi ve Uzunköprü-Hadımköy şimendifer hattının muhafazasına bir Yunan taburu gelmiştir.
9) İtilaf’ın Dersaadet’te mahalli asayişin iyi olmadığını bahane ederek zabıtayı ve ahvali sıhhiyenin iyi olmadığını öne sürerek sıhhiyeyi teftiş edeceklerini resmen tebliğ etmişlerdir.
10) Fransızlar Sirkeci-Uzunköprü, İngilizler de Haydarpaşa-Konya şimendifer hatlarını işletmeyi deruhte etmek üzere vaziyet etmişlerdir. İngilizler ayrıca Haydarpaşa-Konya hattındaki mühim istasyonlara bilumum müfrezeler göndermişlerdir.
Harbiye Nazırı namına
Fevzi.”
30 OCAK 1919
Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nden ayrılacak topraklar görüşüldü. Yüksek Konsey Ermenistan, Suriye, Mezopotamya, Filistin ve Arabistan’ın Türkiye’den ayrılmasını kararlaştırdı.
Hatta Lloyd George, bir arazinin daha alınmasını ister. “Lloyd George, bu arazinin ayrı olduğunu fark edememişti. Mezopotamya ve Ermenistan’ın bu araziyi de kapsadığını düşünmüştü. Fakat şimdi ona bildirilmişti ki, bu doğru değildir. Mezopotamya ve Ermenistan arasında Kürdistan vardır.”
Bu unutkanlığın düzeltilmesinden sonra, 30 Ocak 1919’da şu karar alınır:
“Ermenistan, Suriye, Mezopotamya ve Kürdistan, Filistin ve Arabistan, Türk İmparatorluğu’ndan tamamen ayrılmalıdır. Bu karar, Türk İmparatorluğu’nun öteki parçaları hakkında getirilecek çözümleri etkilemez...”
Böylece, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu kararlaştırılmış olmaktadır.
İngiltere Başbakanı Lloyd George, Paris’te, ABD Başkanı Wilson’dan Türkiye’ye asker göndermesini ve manda kabul etmesini rica etti.
Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçıları arasında yer almak için Paris’te birbirleriyle çatışan bu istekler listesi uzayıp giderken, İngiltere bir an önce mandaları paylaşma çabasındadır. Wilson ise, paylaşmayı geciktirmek için elinden geleni yapar. Zira Wilson, hemen bir manda alabilecek durumda değildir. Kamuoyunu hazırlamayı ve Senato’nun açık onayını sağlamayı gerekli saymaktadır. Bu, zaman alacak bir iştir. O halde mandaların paylaşılması bekletilmelidir. İngiltere ise, Türkiye’de bir milyonun üstünde asker bulundurduğunu, bu yüke dayanamayacağını ileri sürer, en azından Amerikan askerlerinin İngilizlerin yerine Ermenistan ve İstanbul’a gönderilmesini ısrarla ister. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’na son verme kararı alınan 30 Ocak günü Lloyd George, Wilson’dan Türkiye’ye asker göndermesini ve manda kabul etmesini şu gerekçeyle rica eyler: İngiltere ne Suriye, ne de Ermenistan mandası almaya niyetlidir. Zengin petrol kuyuları bulunan Kafkasya ve Kürdistan için de Lloyd George, aynı düşünceye sahiptir. Bakû’nün zengin petrol kuyuları için dahi İngiltere’nin manda almaya en ufak niyeti olmadığı kanısındadır. Fakat bu devlet, Ermenileri korumak, Lübnan’da aşiret ve tarikatların birbirlerini boğazlamasını önlemek, Fransızlara, Türklere ya da kime rastlarlarsa saldırmalarını durdurmak için orada bulunmalıdır.
02 ŞUBAT 1919
General Allenby tarafından Adana Kuzey Bölgesi Valiliği’ne atanan Brémond, Ermeni temsilcisi Boghos Nubar Paşa’dan selam getirdim diyerek görevine başladı.
Brémond, Vali Nazım Bey ile görüşerek vilayette bürosunu kurdu. Hemen Adana İli içinde teşkilatlanmaya başladı. Teğmen Escant’ı genel sekreterlik ve Yüzbaşı Coulet’yi askerî şeflik ile görevlendirdi. Ayrıca her ilçeye kaymakam yardımcısı adı altında bir Fransız subayı gönderdi. Adana Vali yardımcılığına Normand atandı.
Brémond, bir anda il yönetimini kendi eline geçirmişti. Bu suretle Osmanlı valisini ve kaymakamlarını birer kukla durumuna sokmuştu.
Ermenilere Boghos Nubar (Paşa)’dan selam getirdiğini söyleyen Bremond’un bu tutumu, komitecileri daha çok şımarttı. Zaten son derece üzgün olan ilçelerimiz, hükümete seslerini duyurmaya çalıştılar. Ama sorumlu devlet büyükleri kendilerinde bu hakları arayacak cesareti bulamıyorlardı. Hâlbuki işgal kuvvetleri gün geçtikçe baskılarını artırıyor ve İslam halkı sindirmeye uğraşıyorlardı. Onlar için hak ve hürriyet düşünülecek bir konu değildi.
.. ŞUBAT 1919
Adana ve çevresinin işgali başkent İstanbul’a duyuruldu. Harbiye Nezareti (Savaş Bakanlığı) durumun acilliğini hükûmete anlatmakta zorluk çekti. Hariciye Nezaretine (Dışişleri Bakanlığına) araya girmesini, İtilaf devleri nezdinde durumun önlenmesi için girişimde bulunulmasını istedi. Ancak Dışişleri Bakanlığı, Adana’nın işgalinin önlenmesini isteyen Harbiye Nezareti’ne gönderdiği yazıda, hükûmetin aczini ortaya koymuştur.
Dışişleri Bakanlığı, bu yazısında şu görüşe yer verdi: “Adana vilayeti, Allenby tarafından kontrol altına alınmıştır. Tecavüzün siyaseten önüne geçmek mümkün değildir. İtilaf makamları “mütareke barış demek değildir, savaş fiili muhasamat olmaksızın devam etmektedir” diyorlar. Başvurularımızı tetkik ve müzakere dahi etmiyorlar. Bu suretle İtilaf devletleri tedrici istilaya güya harben işgal mahiyeti vererek hareket ediyorlar. Siyaset yoluyla yapılacak bir şey kalmamıştır. Nezaretlerden gelecek bu yoldaki işarların bundan sonra bilgi kabilinden telakkiye mecburum. Şubat 1919”
07 ŞUBAT 1919
İngiliz Mareşali Allenby İstanbul’a geldi. Harbiye (Savaş) ve Bahriye Nazırları (Deniz Bakanları) ile görüştü.
İstanbul’a gelen İngiliz Generali Allenby, Harbiye ve Bahriye Nazırlarını İngiliz elçiliğine çağırtarak, mütareke hükümlerinin uygulanmamasından şikâyet etti. Ayrıca bazı isteklerde bulundu. İngiliz Generali Allenby, görüşme sonunda Nazırları yanından kovdu. General Allenby, bu iki Türk Bakanını, kendisi bir hükümdarmış gibi ayakta kabul etmiş, vereceği ültimatomu (kesin uyarı) yanındaki subaya okutarak, “İşte isteklerim bundan ibarettir ve kesindir” diyerek tartışma yolunu kapatmıştır. Onurları kırılan iki Osmanlı Bakanı, bunun üzerine istifa ettiler. Harbiye Bakanı, Allenby’nin isteklerini kapsayan Yüksek Komiser Calthorpe’un notasını, “Tümüyle dayanaksız” diyerek geri çevirdi. Fakat Sadrazam Tevfik Paşa, “durumun gereği olarak” ültimatomun kabulünün zorunlu olduğunu bildirdi.
General Allenby’nin Osmanlı Bakanlarına ayakta dinlettiği on iki maddelik ültimatom şöyledir:
“1) 6’ncı Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, başka bir göreve atanacaktır.
2) 6’ncı Ordu’nun tüm silahları alınarak, top ve tüfekleri vb. tarafımdan gösterilecek yerde bana teslim edilecektir.
3) Tarafımdan emir verildiği anda, halkın elindeki silahlar toplanacaktır.
4) Bölgemde hizmetlerine lüzum görmediğim Türk jandarmalarının silahları alınarak, bunlar emrim gereğince terhis edilecektir. Bölgemdeki öteki jandarmalar, terhislerine kadar emrim altında bulunacaklardır.
5) Tutum ve eylemlerini hoş görmediğim memurlar, emirlerime uyarak, görevlerinden alınacaklardır.
6) Durumun elverdiği ölçüde, Ermeniler, memleketlerine geri gönderilecektir. Bunların yerleştirilmeleri sağlanacak, arazileri ve öteki malları kendilerine geri verilecektir. Ermenilerin memleketlerine geri dönüşüne yardımcı olmak ve uğradıkları zarar ve ziyanı saptamak üzere gereken yerlere yollayacağım subaylarıma kolaylık gösterilecektir.
7) Gerek cinayet, gerekse genel asayişi bozmakla suçlanan kişileri tutuklamak yetkim içindedir.
8) Konya’nın Doğusu’ndaki bütün demiryolları denetimim altında bulunacaktır.
9) Bölgemdeki bütün telgraf ve telefon haberleşmesi, denetimim altındadır. Türkçe olarak şifre telgrafları buralarda kabul edilmeyecektir.
10) 6’ncı Ordu dağıtılacak ve erler, haftada 300 kişilik kafilelerle memleketlerine gönderilecektir.
11) Osmanlı memurları, Hint ordusundakiler de dâhil, bütün kaçakları teslim edeceklerdir
12) İstediğim yerleri işgal etmek hak ve özgürlüğüne sahip olduğum anlaşılmalıdır.”
10 ŞUBAT 1919
Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı), Adana çevresinde insanlığa yakışmayan davranışların yapıldığı konusunda İtilaf Yüksek Komiserliği’ne müracaatta bulundu. Ancak bir sonuç alamadı.
Hariciye Nezareti’nin şu açıklaması bunu ortaya koymaktadır:
“Mütarekeye aykırı hareketler dolayısıyla, gerekli teşebbüslerde bulunuldu. Bu teşebbüslerin semeresiz kaldığı örnekleriyle sabittir.
Devlet işlerine müdahale yalnız Adana vilayetine münhasır değildir. İstanbul’da bile esefle pek çok görülen ve siyaset yoluyla def’i çaresi bulunmamasından zaruri olarak bakanlar kurulunda ya kabul veya göz yummaya mecburiyet hâsıl eden tecavüzler cümlesindendir. Böyle olduğu halde hariciyenin mütalaasına neden lüzum görüldüğünü anlayamıyorum.”
WİLSON İLKELERİ
12 ŞUBAT 1919
Osmanlı Hükûmeti adına, Sadrazam (Başbakan) Tevfik Paşa “Wilson İlkeleri”ne uyulmadığı konusunda Osmanlı Hükûmeti’nin kendi meşru haklarını savunan barış notasını İngiltere, Fransa, İtalya, ABD Yüksek Komiserlikleri’ne bir muhtıra ile verdi.
Babıali, İngiliz, Fransız, İtalyan, ABD Yüksek Komiserlikleri’ne bir muhtıra verdi. Bunda, önce Wilson ilkeleri benimseniyor ve bazı adalarda Rum çoğunluğu olduğu kabul edilmekle birlikte, hiçbir vilayette Ermeni çoğunluğu bulunmadığı, yabancı kaynaklardan alınmış sayılarla gösteriliyordu. Ermeniler tehcirden önce ve özellikle sonra, bir milyondan fazla Müslüman kırmışlardı. Ermeniler ya yurtlarına geri dönmeliydiler ya da Ermenistan biraz genişletilerek oraya yerleştirilmeliydiler. Araplara gelince, burada birden Wilson ilkeleri bir yana bırakılarak, onların Osmanlı Devleti’nden ayrı duramayacakları, aralarında da anlaşamayacakları ileri sürülüyordu. Bunun için diyordu ki, İtilaf devletlerinin ilhak amaçları yoksa-böylece “terbiyeli” bir davranış ortaya konuyordu- buraları, geniş bir özerklik içinde Osmanlı ülkesi içinde kalmalıydı. Boğazlar konusunda, devlet başkentinin savunması için gerekli tedbirler alınmak şartıyla, her zaman serbest seyrüsefere açık olması kabul ediliyordu. .. Bağımsızlıktan, özellikle iktisadî bağımsızlıktan söz edilmeyişi dikkati çekiyor.
“Bazı Ermeni cephelerinde ileri sürülen ve Kafkasya’dan Kilikya’ya kadar uzanan Büyük Ermenistan kurulmasını olumlu bir sonuca bağlamak şüphesiz düşünülemez. Çünkü bu suretle doğacak bir Ermenistan, Wilson Prensipleri’yle büsbütün çelişmektedir.
5.000.000’u aşan İslam nüfusunun birkaç yüz bin Ermeni’nin egemenliği altında bırakılmasına müsaade edilmesi, kaçınılmaz şekilde devamlı karışıklıklara ve kanlı çarpışmalara sebep olacaktır ki, insaniyet hisleriyle dolu bulunan Büyük İtilaf devletleri, tabiatıyla sözü geçen vilayetler halkının ve özellikle azınlık teşkil eden Ermenilerin çıkarları bakımından bu durumdan çekinmek arzusunda bulunacaklardır...”
Yukarda özetlenen açıklamadan sonra, Osmanlı Hükûmeti, nüfus hakkında da, resmî istatistiklere ve bazı yabancı kaynaklara dayanan, kıyaslamalı bilgi vermişti. Bu notada ayrıca:
“Babıali, Rus Komutanlığı raporlarının ispat ettiği gerçeklere dayanarak temin eder ki; henüz Ermeni göçüne sebep olmadan önce ve Çar Orduları, doğu illerini istila ettikten sonra Ermeni çeteleri 1.000.000’dan fazla Müslüman öldürmüşlerdir.
Ölümden kurtulmak için Müslüman halkın kalanlarından büyük bir kısmı dağlara yahut diğer yakın vilâyetlere sığınmak zorunda kalmışlardır.
Bütün memleket, Rus Orduları ve özellikle Ermeni çeteleri tarafından son derece sıkıntıya uğratılmışlardır ki, bugün yakılıp, yıkılmaktan ve yağmadan zarar görmemiş tek kasaba ve köy kalmamıştır. Ermeni kıtaları, halen Kafkasya’yı işgal ettikleri yerlerde İslam halka karşı bu çirkin hareketlerine devam etmektedirler” denilmekteydi.
Osmanlı Hükûmeti, sözü geçen muhtırasında Ermeni meselesinin çözüm şeklini şöyle açıklamıştı:
“-Nüfusunun çoğunluğu İslam olan illerde, Osmanlı egemenlik haklarının devamı ve aynı zamanda azınlık haklarının gelişmesi de emniyet altına alınması sağlanacaktı. Bu takdirde bu vilayetler halkından olan Müslümanlar ve Ermeniler yeniden oralarda yerleşebileceklerdir.
-Kafkas Ermenistan Cumhuriyeti’nin genişletilmesi; ancak, Türkiye’den Kafkas Ermenistan topraklarına kaçan ve Osmanlı Hükûmeti tarafından Birinci Dünya Savaşı başlarında Zor Sancağı’na göç ettirilmiş Ermenilerin yerleşip gelişecekleri kadar olmalıdır. Bu takdirde, Ermenistan Cumhuriyeti’nin eski ve yeni topraklarında bulunan İslam halk Osmanlı Hükûmeti’nin egemenliği altındaki topraklara yerleştirileceklerdir.
-Osmanlı Hükûmeti, bu iki şıktan ikincisini üstün tutar.”
bu gibi kimselere hükümet tazminat da vermeliydi. Ya bunları satın alanlar? Hayır, onlara hiçbir bedel, hiçbir tazminat verilmesi uygun değildi.
Osmanlı Hükûmeti’nin boynu o kadar eğikti ki, Ermenilere ne gibi ihsanlarda bulunacağını kestiremiyordu. Vekiller Heyeti (Bakanlar Kurulu), Ermeni mülteci ve yetimleri namına tertip olunan konserlerden, Darülaceze hissesi olan yüzde on verginin alınmamasını kararlaştırıyordu. Bununla da kalmıyor, Mamnik Berberyan adında bir Ermeni kadını tarafından tertiplenen konserle, Bakırköy’de verilen bir başka konserden evvelce alınmış olan yüzde onluk vergilerin dahi iade edilmesine karar veriyordu.
DİVANIHARP
.. ŞUBAT 1919
Mahmut Hayret Paşa’nın başkanlığındaki Divanıharp, Ermeni tehcirinde suçlu oldukları iddia edilenlerin yargılamasına başladı.
Erzurum, Bitlis, Van, Adana, Halep, Kozan, Cebelibereket ve Maraş vilayetlerinde görevli olup da tehcir sırasında Ermenilerin istemediği şekilde hareketleri görülmüş olanlar bu mahkemede yargılanacaktı.
Fakat hepsi bundan ibaret değildi. İngilizlerin bir istekleri daha vardı: Gerek tehcire tabi tutulmuş Ermeni ve Rumlara, gerek Osmanlı tebaasından olmayan Hristiyanlara ait olup da hükûmetçe el konulmuş ve başka kimselere satılmış olan gayrimenkuller de asıl sahiplerine iade edilmeliydi. Ayrıca, bu gibi kimselere hükümet tazminat da vermeliydi. Ya bunları satın alanlar? Hayır, onlara hiçbir bedel, hiçbir tazminat verilmesi uygun değildi.
Osmanlı Hükûmeti’nin boynu o kadar eğikti ki, Ermenilere ne gibi ihsanlarda bulunacağını kestiremiyordu. Bakanlar Kurulu, Ermeni mülteci ve yetimleri namına tertip olunan konserlerden, Darülaceze hissesi olan yüzde on verginin alınmamasını kararlaştırıyordu. Bununla da kalmıyor, Mamnik Berberyan adında bir Ermeni kadını tarafından tertiplenen konserle, Bakırköy’de verilen bir başka konserden evvelce alınmış olan yüzde onluk vergilerin dahi iade edilmesine karar veriyordu.
HAMELİN: ERMENİLER ZARAR VERDİ
15 ŞUBAT 1919
Fransa Başbakanı Millerand’ın Ortadoğu’daki Fransız Silahlı Kuvvetleri Komutanı General Hamelin’e; Ermeni taburlarının dünya savaşının son devresinde Filistin’de taşıdıkları Fransız üniformasının prestijini (saygınlığını) yücelttiklerini hatırlatması üzerine, General, zarar getirdiğini Savaş Bakanlığı’na bildirdi.
“Ermeni askerleri sayesinde Filistin’de Fransız itibarının yüceldiği konusundaki görüşleri şüphe ile karşılarım. Ve buna karşılık, katiyetle ifade edebilirim ki, Ermeni askerinin Suriye’de bulunması Fransız menfaatine zarar getirmiştir. Yalnız Müslümanlar önünde değil, Hristiyan cemaatleri nazarında da itibarımızı sarsmışlardır.
Birkaç defa İngiliz komutanlığı bana başvurarak bu Ermeni askerlerinin Beyrut’ta Fransa’nın saygınlığına ne kadar zarar verdiklerini, şehrin en sakin halkına bile caniyane sabotajlar düzenlediklerine, saldırılara giriştiklerini bildirmiştir.
Ermeni taburlarının Suriye’den uzaklaştırılmasını benden isteyen 21’inci Kolordumuzun üzerine de bunları Beyrut’tan almış ve Cünye ile Gazir’e yollamıştım. İmkân olur olmaz gemilere bindirilerek buralardan tamamıyla uzaklaştıracağım.
Ermeni askerlerinin İskenderun’a indirilmelerinden hemen sonra bir yandan oradaki askeri valimizden, diğer yandan soyulan yerli halktan ardı arkası kesilmeyen şikâyetler gelmiştir.
Ermeni gönüllü askerlerinin Kilikya’ya yayılmaları ile olaylar daha da çoğalmıştır. Evlere baskınlar, soygunlar, halka karşı silahlı saldırılar, cinayetler, camilere tecavüzler, tamamıyla keyfi tevkifler, silahları ile birliklerinden kaçıp halkı dehşet verici girişimler, kadınların ırzlarına geçmeler vesaire...
Halep ile Kilis’teki İngiliz Komutanlığı bu Ermeni askerlerinin kendi bölgelerinde de tecavüzlere giriştiklerini bana bildirerek şikâyetlerde bulundu.
Bu olaylar karşısındadır ki İngiliz Komutanlığı, Kilikya’da asayişi sağlama görevinin Ermeni Lejyonu’na bırakılmasının imkânsız olduğunu görerek, Kilikya kuzey sınırındaki Ermeni topraklarını kendi bölgesine dâhil etti.”
İSKENDERUN’DA ERMENİ KATLİAMI
17 ŞUBAT 1919
Fransız paralı askerleri arasında bulunan Ermeniler, İskenderun’da Türk mahallelerinde katliama giriştiler.
Fransız Amirali Cassard, olayı Paris’e, Bahriye Bakanlığı’na bildirdi:
“Akşama doğru Ermeni askerleri silahlı olarak Müslüman mahallesine girerler, iki Türk evini ateşe verirler. Bir Türk öldürülür ve birkaç kişi de yaralanır. Fransız Komutanlığı bunların üzerine Cezayirli asker yollar. Ermeniler karşı koyunca Cezayir askeri ateş açar. 9 Ermeni askeri öldürülür. 7’si yaralanır. Ermeni ateşi ile 3 Cezayirli asker de yara alır. Bunun üzerine Lavoisier savaş gemisinden bahriye askeri karaya indirilip isyancılar üzerine gönderilir. İskenderun kışlasında toplanan Ermeniler şehri ateşe vereceklerini bildirirler. Torpidoların top ve makineli tüfeklerinin ateş tehdidi karşısında kışla kuşatılır ve Ermeni askeri silahtan tecrit edilir. Yalnız fırsattan faydalanan 150 Ermeni silahları ve üniformaları ile dağa kaçmışlardır.”
İsyancı Ermeniler savaş gemilerine bindirilir ve Port Said’e sevkedilir. Suçlular askerî mahkeme önüne çıkarılır.
Paris’te bulunan Millî Ermeni Heyeti Bogos Nubar Fransız Başbakanına bir mektup yollayarak İskenderun olaylarını şöyle anlatır:
“İskenderun’daki olaylar tamamıyla Türklerin tahriki ile doğmuştur. Fransa devleti Kilikya’ya yerleştikten sonra da mahalli Türk idaresini yerli yerinde bıraktığından bu olmuştur. Türklerin bu idaresi sona erince ve Türkler Kilikya’dan uzaklaştırılınca bölge tam bir sükûna kavuşacaktır.
İskenderun’da Ermeniler, Türk haremlerine kapatılan öksüzlerimizi, kızlarımızı ararken şüphesiz olay patlak vermiştir. Ermenilerin bunda hiçbir suçu yoktur.”
Fransa Başbakanı, Bogos Nubar’ın bu iddialarını Amiral Cassard’a bir telgrafla bildirdi.
ERMENİLER TECE’Yİ YAĞMALADI
20 ŞUBAT 1919
Fransız asker elbisesi giydirilmiş Ermeni eşkıyalar Tece’yi yağmaladılar.
Ermeni eşkıyalar Tece köyünü sararak, halkını köy meydanında yakılan ateşin etrafında toplandılar. Evlere girerek buldukları değerli eşyaları aldılar. Bu arada parasının yerini söylemeyen köyün aydınlarından Molla Ahmet Efendi ateşe atılarak yakıldı. Bu vahşete karşı koymak isteyen Bucak Müdürü Hakkı Efendi’nin parmakları dipçikle ezildi. Bununla da yetinmeyen Ermeni eşkıyaları geri çekilirken evleri ateşe verdiler ve sırtlara çekilerek köyü kurşun yağmuruna tuttular. Tece faciası adı verilen bu baskın sonunda birçok insan öldürülmüş, yüzden fazla hayvan telef olmuştu. Eşkıyanın takibine çıkıldıysa da takip müfrezesinde bulunan Ermeni ve Hristiyanların işi gevşetmeleri ve kasıtlı hareketleri sonunda başarı sağlanamadı.
22 ŞUBAT 1919
İngilizler 4.000 kişiden oluşan bir Hint birliği ile Maraş’ı işgal ettiler. İngilizlerin işgalinden sonra başka yerlere göç etmiş olan Ermeniler tekrar Maraş’a dönmeye başladılar. Fransız ve İngilizlerin desteğinden cesaret alan Ermeniler, her türlü saldırıları halka yapmaya başladılar.
İngilizler, Ermenilerin bu gibi şımarıklıklarının ve tecavüzlerinin gittikçe arttığını ve Türkler üzerinde, İngilizlere karşı devamlı bir reaksiyon yarattığını gördükçe, Türklerin ayaklanmasına sebep olacağı düşüncesiyle tedbir almaya başladılar.
Maraş Mutasarrıfı’nın gönderdiği şifre ile işgali duyurdu.
Gönderilen haber özetle şöyledir:
Ayıntap’tan Maraş’a Yüzbaşı Gram ile Teğmen Börs komutasında 600 erlik bir İngiliz kuvveti gelerek Halep İngiliz komutanlığının dört maddelik yazısını verdi. Bu yazıda şunlar isteniyordu:
“Maraş ve havalisinde ikamet eden halkta asayişin temini hususunda hükümete yardım etmek maksadıyla Maraş’a bir İngiliz kıtası göndermeye karar vermiştir.
Mahallî hükûmet, İngiliz kıtaatı subayının gözetimi altında Türk memurları tarafından idare olunacak ve Türk memurlar İngiliz komutanına yardımcı olacaklardır.”
ERMENİ EŞKIYALARI MERSİN’DE
23 ŞUBAT 1919
Ermeni eşkıyaları Mersin’de yine kendilerini gösterdiler. Hiç acımadan can aldılar. Bahçe Mahallesi Yeniköy mevkiinden Mersin’e giderken vahşice hareketleriyle altı kişilik bir aileyi insafsızca öldürüp, başlarını kestiler. Cenazelerin gömülmesi sırasında olaylar çıktı. Fransızlar tedirgin oldu. Olayların şiddetinden çekinen Guvernör Anfre balkonuna dahi çıkamamıştı.
HÜKÛMET İSTİFA ETTİ
24 ŞUBAT 1919
Tevfik Paşa’nın ikinci hükûmetinden bazı Bakanlar istifa ettiler. Bunun üzerine Tevfik Paşa üçüncü hükûmetini kurdu.
Tevfik Paşa’nın ikinci hükûmetinin kuruluşunun ilk gününden beri gazetelerin eleştiri ve taşlamasına uğramıştı... Sonunda hükûmette istifalar başladı. Şurayı Devlet Reisi (Danıştay Başkanı) Damat Şerif, Adliye Nazırı Damat Arif Hikmet ve Harbiye Nazırı Yaver Paşaların birbirini takiben istifa ettikleri haber alındı. Onun üzerine Bakanlar Kurulu’nun tamamının değişeceği sözleri dönüp dolaşmaya başladı.
Bir sabah gazetelerde Bahriye Nazırı Ali Rıza, Maarif Nazırı Yusuf Ziya Paşalarla Evkaf Nazırı İzzet Bey’den başka bütün Bakanların değiştikleri görüldü ki kabine teşekkül edeli henüz bir hafta olmuştu.
Tevfik Paşa üç boş bakanlığa adam bulma yoluna gitmedi. Kabineyi hemen hemen tümüyle değiştirdi ve bunu kendisi istifa etmeden, yalnızca bakanları istifa ettirerek yaptı. Acaba Vahdettin’in yine kendisine vermeyeceğinden mi çekinmişti, yoksa her ay yeni hükûmet törenleri yapmanın yersiz mi olacağını düşünmüştü? Tevfik Paşa üçüncü kabinesini bir olupbitti halinde sunuyordu Vahdettin’e. Herhalde yepyeni bir kabineyle taze ve güçlü yeni bir atılım yapacağını hesap ediyordu. Kabine, birçok bakımlardan bir taviz kabinesiydi.
Tevfik Paşa’nın kendisi istifa etmeden ve bazı muhalifleri de alarak yepyeni bir kabine kurması gerçekten Hürriyet ve İtilaf Partisi’ne darbe olmuştu.
Kâzım Karabekir Paşa, On beşinci Kolordu Komutanlığı’na atandı.
“On beşinci Kolordu Kumandanlığı ile Erzurum’a gitmeniz lazım geliyor. Hazır bulununuz” diye Harbiye Nazırı Ömer Yaver Paşa[1] imzası ile aldığım bir emir bana sonsuz sevinçler verdi. Kanaatimce çok şeyler artık olabilecekti. Doğu vilayetlerine Ermeni ve Gürcüler ayak basamayacaktı. Pontos hayalleri kuvvet bulmayacaktı ve en mühimi Ermenistan silahtan tecritle Türkiye’yi şayanı kabul bir sulha nail etmek için rehine olarak elde tutulacaktı...
ALİ FUAT PAŞA
.. ŞUBAT 1919
Ali Fuat Paşa, Kolordusunun başına dönmek üzere İstanbul’dan ayrılmadan önce Mustafa Kemal Paşa ile görüştü.
Ali Fuat Paşa bu görüşme konusunda şöyle diyor:
“1919 Şubat ayının sonlarında... merkezi Konya Ereğlisi’nde bulunan kolordumun başına dönecektim... Mustafa Kemal Paşa ile birlikte komutanı bulunduğum 20’nci Kolordu Karargâhı’nın Ankara’ya nakli ile buranın bir mukavemet merkezi yapılmasını kararlaştırdık.
Kemal Paşa eğer bir vazifeye kendisini tayin ettiremezse Anadolu’da en itimat ettiği bir komutanın yanına gideceğini ve ilk defa işe oradan başlayacağını söylüyordu.
‘Paşam, ben ve kolordum daima emrinizdedir’, dedim. Mavi gözlerinin nasıl bir ışıkla parladığını tarif edemem. Yerinden kalkarak hararetle elimi sıkmıştı.
‘Beraber çalışacağız Fuat!’ dedi.”
ERMENİ LEJYONU DAĞITILDI
01 MART 1919
Fransızlar, Ermenilerin yaptıklarına daha fazla dayanamadılar. Dördüncü Ermeni Lejyonu taburunu dağıtarak bir İngiliz gemisi ile Port Said’e gönderdiler.
Ermeni askerlerinin dağıtılması, komitecilerin zoruna gitmişti. Bogos Fransa Hükûmetine şikâyetlerini bildirdi. Fransa Başbakanı da bu suçlamaları Amiral Cassard’a bildirdi. Amiral Cassard’a, Başbakanı tarafından kendisine bildirilen Bogos Nubar’ın iddiaları ile ilgili suçlamaları cevaplandırmak kaldı:
“Hiçbir şekilde tahrik edilmemiş Ermeni askerleri, kendilerini daha kuvvetli hissettiklerinden Türklerden intikam almayı düşünmüşler ve saldırmışlardır. Olaya tek sebep budur.
Mütarekeden sonra İskenderun’a ve Kilikya’ya bu Ermeni Lejyon askerlerinin gönderilmesinin en hafifi ile bir ihtiyatsızlık olduğunu söyleyebilirim.”
İskenderun saldırısından mesul 300 Ermeni Lejyon askeri Fransız
SADRAZAM TEVFİK PAŞA İSTİFA ETTİ
03 MART 1919
Sadrazam (Başbakan) Tevfik Paşa istifa etti. Daha doğrusu yabancı baskısından bunalarak istifa etmek zorunda kaldı.
İtilaf devletleri, İstanbul’da ve Anadolu’nun pek çok yerinde askerî kuvvetleri bulunuyordu. İstanbul’daki komutanları sarayı baskı altında bulunduruyorlardı. Tek eksikleri kendilerinin resmî bir siyasi makamları yoktu. Ama Padişah’ı, “İttihatçıları cezalandırmanız sizin menfaatinizedir diye ikna edenler” vardı. Bunlar Ermenilerin siyasi emellerine alet olan İtilaf ve Hürriyet Partisi’nin bilmezleriydi. Memleketin iş görebilecek aydınlarını susturuyorlardı
Sadrazam Tevfik Paşa, belki isabetsiz tedbirler almış olabilir. Fakat şahsen çok namuslu ve muhterem bir kişiydi. Memleketin geleceğinde rol oynayacak aydınlara karşı yapılan haksız muamelelere, düşman komutanlarının “Siz İttihatçıları himaye ediyorsunuz. Siz tevkif ve muhakemeye sevk etmezseniz, bu işi biz yapacağız. Şiddetli icraat gösteremezseniz hakkınızda fena olacaktır. Bir tabur askerle Yıldız’a gelip istediklerimizi yaptırmaya bizi mecbur edeceksiniz” diye tehdide kalkışmalarına gönlü razı olmadı.
Fevzi (Çakmak) Paşa Genelkurmay Başkanı’dır. Odasına bir sabah, bir subay değil, bir çavuş girer. İngiliz’dir. Kendisini götürmek ister. İngiliz Generali Milne çağırmıştır... Alır cevabını... Yaşlı ve muhterem Tevfik Paşa makamına döner. Başını elleri arasına alır ve ağlar. O gün istifa eder. Damat Ferit Paşa’nın ilk Sadrazamlığı böylece başlar. İlk defa İtilafçılar, yani savaş içindeki muhalefet iktidar olur. Düşünülmez ki hepimiz aynı milletin çocuklarıyızdır. Ve bir tevkif fırtınası başlar.
DAMAT FERİT PAŞA
04 MART 1919
Damat Ferit Paşa, bütün İttihat ve Terakki taraftarlarından arındırılmış ilk hükûmetini kurdu. Bu hükûmet 01 Ekim 1919 tarihine kadar devam etti. Damat Ferit Paşa, bundan sonra üç defa daha birbiri ardına Sadrazamlık (Başbakanlık) görevine getirildi.
Damat Ferit Paşa, politik hayatta tanınmış bir kişi değildi. Paris, Berlin, St. Petersburg (Leningrad) ve Londra Türk elçilikleri kâtipliklerinde bulunan ve Sultan Vahdettin’in kız kardeşi Mediha Sultan’ın kocası olan Damat Ferit Paşa’ya, önceleri bu Padişah bile değer vermemekte, hatta onu sevmemekte idi. Fakat zamanla Sultan Vahdettin’in onun hakkındaki duyguları tamamıyla tersine dönmüştü.
Hürriyet ve İtilaf memleketin gençliğini İttihatçı diye imha ve ne kadar emekli ve manda taraftarı kimseler varsa memleketin başına musallat etmek üzere idi. Kürt Teali Cemiyeti de Kürdistan istiklali yapacağım diye Doğu vilâyetlerinin Ermenistan olmasına sebep olacaktır. Orduların başında güvenilir kumandanlar kalmamış, kimi gelmiş, kimi getirilmiş, hepsi İstanbul’a toplanmıştı. Mustafa Kemal, Vehip, Fevzi, Cevat, Cemal, Ali Fuat, Ali İhsan Paşalar, İsmet ve ben (K. Karabekir). Birçok muhtelif rütbedeki zabitler de izinli izinsiz İstanbul’a akın ediyorlardı. Vaziyetin kestirme manası çözülmeydi, dağılmaydı. Sık sık kabinelerin değişmesi, İtilaf’ın her gün artan tecavüzü felaket gününü yaklaştırıyordu.
Damat Ferit Paşa kabinesi herkeste bir yeis uyandırdı. Bilhassa Dışişleri’ne Şerif, Danıştay’a senatodan Kürt Abdülkadir’in tayinleri doğu illerimiz için açık felaketi gösteriyordu. Kabine birçok namus sahibini tevkife başlamakla endişeleri artırdı. Adeta İtilaf hükûmeti ile Damat Ferit Kabinesi tahribat yarışına çıkmışlardı.
MANDA PAZARLIĞI
07 MART 1919
Dört büyükler arasındaki manda pazarlığında Fransa Başbakanı Clemenceau, Suriye ve Kilikya’yı istedi.
Clemenceau, Suriye ve Kilikya için Fransız mandası ister. ABD Temsilcisi, Başkan Wilson’un danışmanlarından Albay House, Kilikya mandasına, “Kilikya, Ermeni Devleti’nin en zengin parçası, ABD bu mandayı alabilir” gerekçesiyle karşı çıkar. Clemenceau, “Eğer ABD Ermenistan mandasını alırsa, İskenderun ve onun nehir vadisi dışında, Kilikya’dan vazgeçeceği” cevabını verir. Hatta Ermenistan üzerinde bir ortak Fransız-Amerikan mandası önerir. Tartışma bu noktada kalır.
10 MART 1919
Fransız Dışişleri Bakanlığı, Boghos Nubar Paşa’ya, İskenderun olaylarının “Ermeni taburunun disiplinsizliğinden” meydana geldiğini bildirdi.
Bakanlık yazısı şöyledir: “Vukua gelen karışıklıklar (28 Şubat’ta İskenderun’da) esasen Ermeni taburunun disiplinsizliğinden ileri gelmiştir... Hâlbuki gönüllülerden bazıları Lejyon’a mensup Fransızların ferden veya toplu olarak yapılan intikam hareketlerine muhalefet vazifesiyle mükellef olduklarını anlamak istememektedirler... Fransız Komutanlığı hemen her gün Britanya askeri ve idari makamları yolu ile hırsızlık, adam öldürme gibi şikâyetler olmaktadır.”
Komutanlık Boghos Nubar Paşa’ya “memleketine iade edilen bazı Ermeni grupları tarafından yapılan şiddetli tahriklerin yatıştırılmasını” rica etti.
28 NİSAN 1919
Adana Genel Valisi Brémond’a, Başkomutanlığından bir emir geldi. Bu emre göre halkın silahlarının toplanması isteniyordu. Bunun amacı ilerde karşı koyma, başkaldırma gibi bir durum olursa, halkı silahsızlandırmaktı.
Vali Brémond, aldığı emre uyarak, Adanalılardan ellerindeki silahların teslim edilmesini istedi. Silah teslim etmeyenlerin idam edileceklerini ilan ettirdi.
Vali Brémond, Başkomutanlıktan aldığı emre uyarak 28 Nisan 1919’da şu bildirgeyi yayınladı: “Herkes 24 saat içinde silahlarını hükûmete teslim edecektir. Bu sürenin bitiminde evler araştırılacak ve silah bulunduğu takdirde sahibi idam olunacaktır.”
Pek çok Adanalı bu emrin sonucundan korkarak silahlarını teslim ettiler. Ancak teslim etmeyen hayli fazlaydı. O günlerde halkın arasında bir dedikodu yayılmaya başladı. Saklanan silahların özel aletlerle bulunduğunu kulaktan kulağa yaydılar. Türkler arasında yapılan bu propaganda tesirini kısa sürede gösterdi. Silahlarını 24 saat içinde Fransızlara teslim etmeyenler, onları geceleri Seyhan ırmağına veya kuyulara attılar.
BİR HAİN
Savaş yıllarında Mersin’de açıkgöz bir tüccar türedi: Hacı Tomaoğlu Bodosaki Ordu ile yakın temastaydı. Askerî ihtiyaçların müteahhitliğini yapıyordu. Mersin hükümet memurları arasında önemli bir yeri vardı. Geniş iş kapasitesi içinde pek çok eleman çalışmakta idi. Ancak, Bodosaki’nin iş yerleri, “hatırlı” kişi olduğu için aranmadığından, bir nevi kaçakların saklanma yuvası gibiydi. Bodosaki’nin işçileri kesinlikle takip edilmiyordu.
Bodosaki, işgalden sonra İngilizlerin, daha sonra Fransızların önemli adamı oldu. Türklerden kazandığı paralara, Türk’e ihanet ederek yenilerini ekledi. Zenginliğine yeni zenginlikler kattı. Gerçek yüzünü İzmir’in işgalinden sonra gösterdi. Açıktan açığa Yunanlıları destekledi. Kurtuluş Savaşı günlerinde bir fabrika enkazı bırakarak Yunanistan’a kaçtı. Sonraki yıllarda Yunanistan’ın birinci sınıf siyasetçilerinden biri oldu. Tabii ki bizden kazandığı paralarla önemli zenginleri arasında yer aldı. Türklere karşı kinini bu kimlikle kusmaya devam etti.
İZMİR’İN İŞGALİ
15 MAYIS 1919
15 Mayıs 1919 sabahı, İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu kara haber, aynı anda vatanın dört bir köşesine yayıldı. Bu haber Tarsus’ta duyulduğu zaman, vatansever Tarsuslular büyük üzüntüye kapıldılar. Kendileri de işgal altında olmasına rağmen, bu haber şehirde tepkiyle karşılandı. Büyük bir sessizlik oldu. Tarsuslular, kendi durumlarını düşünüp, biraz daha ümitsizliğe kapıldılar.
Türkler büyük acı çekerlerken, Ermeniler ve Fransız taraftarları büyük sevinç yaşadılar. Taşkınlıklarda bulundular. Kendi aralarında kutlamalar yaptılar.
Bu ara Türklerin acısını unutturacak bir olay oldu: Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa, kalabalık bir Müfettişlik karargâhıyla 16 Mayıs günü İstanbul’dan ayrılıp, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a gelişi, Anadolu’ya geçişi, yüreklere bir serinlik serper gibi acıları dindirdi. Bir anda, umutsuzluktan kurtulup, tarif edilemedikleri bir güven duygusunu hissettiler.
KUNDURACI YUVAKİM
07 HAZİRAN 1919
07 Haziran 1919 günü Fransız süvarileri Mersin’den Tarsus’a gelecek, şehirde bir geçit töreni yapılacaktı. Bu sebeple süvarilerin geçeceği cadde ve sokaklar büyük bir itinayla süslenmeye başlandı. Tarsus’taki Fransız işgal yönetimi, bu cadde ve sokaklarda bulunan ev, dükkân ve binaların da süslenmesi için halkı zorladılar. Büyük baskı uyguladılar. Bu süslemelere Fransız hayranları ile Ermeniler büyük bir sevinç ve heyecanla katılıyorlardı. Tuhafiyeciler çarşısındaki kunduracı Yuvakim, dükkânını neşe içinde süslüyordu. Bir ara, dükkânının yanında bulunan Mehmet Emin ve Şahap adlı iki Türk’ü gördü ve onlara:
-Şuraya bakın! Bir çiçek bahçesi gibi...
dedi. Süslemelerden pek hoşlanmayan bu iki Türk genci, Yuvakim’in seslenmesi üzerine, can sıkıntılarını ondan aldılar. Yuvakim’i kendi dükkânının içine götürüp dövdüler. Yuvakim, Fransız makamlarına şikâyette bulundu. Ama gençler bulunamadı. Ve olay da böylece kapandı. Tarsus düşman işgalinden kurtulduktan sonra, Yuvakim Tarsus’ta kaldı. Tek ekmeğe muhtaç kalarak, dilenerek öldü.
ERZURUM VE SİVAS KONGRESİ
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya geçerken, zihninde bir kurtuluş planı vardı. Bu planın öncesi Adana’da, detayları Şişli görüşmelerinde hazırlanmıştır. Bu plana göre, Misakı Milli sınırlarını işgalden kurtarmak, Cumhuriyet Türkiye’sini kurmak. Bunun için zamana ihtiyaç vardı. Ayrıca zeminini de hazırlamak gerekiyordu. Altyapıyı hazırlamak önemliydi.
Mustafa Kemal, ilk olarak geniş yetkilerle müfettiş olarak Anadolu’ya geçti. Samsun’dan sonra Amasya önemli bir duraktır. 21/22 Haziran 1919 gecesi arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda alınan kararları 22 Haziran 1919 günü “Amasya Tamimi” adıyla vatanın dört bir köşesine duyurdu. Bu toplantı, alınan kararları açıklayan tamim, milli hareketin en önemli olayı ve belgesidir. Amasya Tamimi, Kurtuluş Savaşı’nın programı niteliğindedir. Ayrıca, Sivas Kongresi’nin davetiyesidir.
Sivas Kongresi, Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından düşünülen, davetiyesi çıkarılan bir kongredir. Bütün illerin delegeleri davet edildiği için de milli bir kongredir.
Sivas Kongresi öncesi Erzurum Kongresi yapıldı. Doğu Bölgesini Ermenilere vermek isteyenlere karşı seslerini duyurmak isteyen Doğu illerin vatansever evlatları tarafından yapıldı. O günlerde Erzurum’da bulunan ve İngilizlerin baskıları sonucu askerlikten istifa etmiş olan Mustafa Kemal Paşa da bu kongreye katılmış ve kongre başkanı seçilmiştir.
Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi Heyeti Temsiliye’sini Sivas Kongresi’nin tabii delegesi saydırmış ve arkadaşlarını kongreye dâhil etmiştir. Erzurum Kongresi kararlarını da kabul ettirerek, Sivas Kongresi’nin kararlarını da bu milli kararların üzerine oturtmuştur.
Sivas Kongresi bütün cemiyetleri bir çatı altında toplayarak milli birliği sağlamıştır. Başka devletlerin himayesini isteyenlere de red cevabını vererek, bağımsızlığımız kimseye teslim edilmemiştir.
Mustafa Kemal Anadolu’daki Fransız Komutan ile Yazışıyor
1919 yılı Ekim ayında Mustafa Kemal ile Adana’daki Fransız işgal Komutanı Başadministratör Bremond, bu yazışmaları Beyrut’ta bulunan Fransız Doğu Orduları Başkomutanı’nın bilgisi ile yapmıştır.
Bremond, 29 Ekim 1919 tarihinde Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal’e bir telgraf göndererek, Çukurova halkından şikâyet eder. Mustafa kemal 30 Ekim 1919 günü Bremond’a bu cevabını, Bremond’un “La Cilicie en 1919-1920” adlı eserinden okuyalım:
“... Vermiş olduğunuz havadisten memnun oldum. Fakat şahsi görüşüme göre kamuoyunu yatıştırmak, aynı zamanda asırlardan beri Fransa’ya karşı besledikleri dostluğun devamını sağlamak için Urfa, Antep, Maraş da işgal etme fikrinde olduğunuzu tekzibi ile beraber Çukurova işgalinin muvakkat bulunduğunu ilan etmeniz gerekir...” Mustafa Kemal protesto edilmesini istiyor.
Mustafa Kemal, 19 Kasım 1919 günü, Brémond ile yaptığı yazışma konusunu Adana, Mersin, Sis (Kozan), Cebelitarık (Osmaniye) Müdafaai Hukuk Cemiyetleri’ne duyurdu. Sivas’tan gönderdiği telgraf şöyledir:
“Evvelce mütareke hükümlerine aykırı olarak İngilizler tarafından işgal olunan Antep ve Maraş çevresi, Fransızlara devredilmek üzere tahliye edildi. Bu bölgeler, halen Fransızların işgali altındadır. Hükümet, buradaki ahalinin hukukunu ayaklar altına alan, işgalci hükümetler nezdinde protesto ederek ülkenin velev en küçük bir parçasının bile kendisinden alınamayacağını büyük mitinglerle cihana ilan etmeye başladı. Bu itibarla, Türk Hükümeti’ne ait olan bu toprakların Fransızlar tarafından işgalinin bütün memurla Müdafaai Hukuk Cemiyetleri merkezlerinde ve Belediye Başkanları tarafından kamuoyunda ve Amerika nezdinde protesto etmesi ve haksızlığın düzeltilmesini istemesi ve haksızlığın düzeltilmesini istemesi herkese duyurulur.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Reisi Mustafa Kemal.”
GÜNEY TEŞKİLATI KURULUYOR
Sivas Kongresi devam ederken, Adana’dan bazı vatanseverler Sivas’a gelerek Mustafa Kemal ile görüşürler. Görüşmenin temel konusu Çukurova’nın kurtuluş çareleridir.
Mustafa Kemal, her konuyu en ince detayına kadar inceler, yorumlar, bir çıkış noktası bulmak ve sonuca ulaşmak için gereğini yapardı. Güney Cephesi için de böyle yaptı. Ekim ayı sonlarında kararını verdi. Daha ilk günden itibaren kendisine inanan ve karargâhında bulunan Topçu Binbaşı Kemal Bey’i Güney Cephesi Komutanlığı’na, Yüzbaşı Osman Nuri Bey’i de komutan yardımcılığına atadı.
Kemal Bey, Mustafa Kemal’in karargâhında görevli bir subaydır. İstanbul’dan ayrılan Bandırma Vapuru’nun yolcularındandır. Doğu Çukurova (Kilikya) Cephesi Komutanlığı’na atandıktan sonra, cephede asker olarak; cephe gerisinde de örgütçülük yönüyle büyük görevler yapmıştır. Buradaki üstün hizmetleriyle, Çukurova’nın kurtuluşunda unutulmaz bir kişi olmuştur. Mustafa Kemal kendisine Kozanoğlu Doğan Bey adını verdi. Kemal Bey, daha sonra Generalliğe yükseldi. TBMM’nin 6. dönem Ağrı, 7. ve 8. dönem Kırklareli milletvekili oldu.
Soyadı Kanunu ile Mustafa Kemal’in kendisine verdiği DOĞAN adını almıştır.
Çukurova Komutan yardımcılığına atanan Yüzbaşı Osman Nuri Bey de Mustafa Kemal’in karargâhındaki subaylardandır. Manastır Askeri Lisesi ve Harp Okulu’nu bitirdikten sonra İran Seferi heyetiyle Doğuya gitti. Irak sınırında ve sonra Rusya’yla devam eden savaşa katıldı. Musul Cephesi’nde Tabur Komutanlığı yaptı. Daha sonra İstanbul’da görev aldı. Mütarekeden sonra Aydın’a, daha sonra Afyon yoluyla Ankara’ya gitti. Mustafa Kemal’in karargâhına katıldı. Bir daha da ondan ayrılmadı. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde bulundu.
Mustafa Kemal, kendisini Güney Cephesi’ne komutan yardımcısı olarak atayınca, Aydınoğlu Tufan Bey adını verdi. Osman Nuri Bey, Çukurova’da büyük başarılar elde etti. Kozan ve Haçın baskınlarında bulundu. Cephe gerisinde de halkı teşkilatlandırmada büyük başarılar elde etti. Osman Bey, Yüzbaşı olmasına rağmen, halk onun başarıları karşısında, hislerini dile getirmek ona Osman Tufan Paşa diyerek general gibi hitap etmişlerdir.
Binbaşı Kemal Bey ve Yüzbaşı Osman Nuri Bey Mustafa Kemal ile vedalaşırlar. Çıkamadan önce Mustafa Kemal’in kaleme aldığı mektubu yanlarına alırlar. Mektup Everek Belediye Başkanı’na yazılmıştı. Mektup şöyledir:
Sivas 1.11.1919
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi, Kilikya Kuvayi Milliye Komutanlığı’na Binbaşı Kemal Bey’i tayin ve muavinliğine Osman Bey’i tefrik eylemiştir. Milli vazifelerinin devamı müddetince Kemal Bey “Kozanoğlu Doğan Bey”, Osman Bey “Aydınoğlu Tufan Bey” takma adlarını taşıyacaklardır. Milli görevlerinde tarafımızdan her suretle yardım ve destek olunmasını önemle rica eyleriz.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk
Cemiyeti Temsiliyesi Namına Mustafa Kemal
Kemal Bey ve Osman Nuri Bey, mektubun yanı sıra Sivas Kongresi kararlarını da yanlarına almışlardı. Kayseri’ye geldiler. Burada Jandarma Yüzbaşısı Ali Ratip Bey’le görüştüler. İstanbul Hükümeti Ali Ratip Bey’in hareketlerinden kuşkulandığı için görevden uzaklaştırılmıştı. Ali Ratip Bey, heyecanlı, ateşli ve kabına sığmayan bir askerdi İstanbul Hükümetinin bu tutumu, Ali Ratip Bey’i Milli Mücadele’nin bir parçası haline getirmiştir.
O günlerde Kolordu Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa Kayseri’ye gelmişti. Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal’in Güney Cephesi için görevlendirdiği Binbaşı Kemal ve Yüzbaşı Osman Nuri Beyler ile görüştü. Bu görüşme, askeri bölge kalem reisi Kurmay Albay Emrullah Bey’in odasında yapıldı. Kemal Bey ve Osman Nuri Bey, Mustafa Kemal’in talimatlarını bildirdiler. Yüzbaşı Ali Ratip Bey’i de aralarına almak istediklerini bildirdiler. Buna göre işgal altındaki Çukurova üç bölüme ayrılıyordu. Doğu Kemal Bey’e, Orta bölüm Osman Nuri Bey’e verilecekti. Buna göre bir taslak hazırlandı. Ancak kalem reisi Albay Emrullah Bey bu taslağa karşı çıktı. Ali Ratip Bey’in Çukurova’da bir bölgenin sorumluluğunu üzerine almasını kabul etmedi. Emrullah Bey:
“O kaş yaparken göz çıkartır” diyerek itirazını bildirdi.
Ali Fuat Paşa’nın Ali Ratip Bey’i gözü tutmuştu. Bu sebeple, Kemal ve Osman Nuri Beylerin teklifini kabul etti. Kabul etmeyen Albay Emrullah Bey’e de:
“Bize böylesi lazımdır” diyerek toplantıyı bitirdi.
Kemal ve Osman Nuri Bey Beyler, toplantıdan sonra yeni görevini bildirdiler. Genç Yüzbaşı, bu habere çok sevindi. Çünkü bu andan itibaren vatana hayırlı bir insan olarak çalışacaktı. Şimdi sıra Ali Ratip Bey için de bir takma ad bulunmaya geldi. Mustafa Kemal, Kemal Bey için DOĞAN, Osman Nuri Bey için TUFAN adını vermişti.
Ali Ratip’e de yöreye uygun bir ad verilmeliydi. Yörenin en ünlü Türkmen kolu Tekeli idi. Buna uygun olarak Ali Ratip Bey’e TEKELİOĞLU SİNAN adını verdi.
Güney Cephesi’nde yapılan yeni görev dağılımında Kozan, Feke, Maraş, Islâhiye, Osmaniye Kemal Doğan Bey ve Osman Tufan Bey’in bölgesiydi. Kemal Doğan Bey Doğu Kilikya Cephesi Komutanı’ydı. Tekelioğlu Sinan Bey de Batı Kilikya Cephesi Komutanı’ydı. Sorumluluk alanı Ceyhan nehrinden Mersin’e kadar uzanıyordu. Sinan Bey ilk karargâhını Karaisalı’da kurdu. Karaisalı, eskiden Menemencioğulları Beyliğinin merkezi idi. Bu bölge Fransızların işgalinde bulunan en uzun bölgeydi.
Sinan Bey’in gelişi ve yaptıkları Fransız kaynaklarında da yer aldı.
Püerre Redan’ın Kilikya’da Osmanlı Meselesi adlı kitabında konu şöyle anlatılmaktadır:
1920 başlarında Milliciler tarafından bölgenin komutanlığına getirilen Sinan Paşa, halkla bütünleştiği -halkın adeta geçmişteki Menemenci Beyleri’nden bir prensin gelmesi gibi- halkın bunun emrine girdiği, Karaisalı’daki askeri gücünün büyüklüğü belirtilmektedir. Doğan, Tufan ve Sinan, hizmetleriyle halkın kalbinde birer şöhret oluşturdular denilmektedir.
Gerçekten Yüzbaşı Ali Ratip Bey, arkadaşlarının kendisine gördüğü takma adıyla Tekelioğlu Sinan Bey Batı Çukurova Cephesi’nde çok başarılı olmuştur. Cephede olağanüstü kahramanlıklar gösterirken, cephe gerisinde, işgallin ağır şartlarında ezilen vatanseverlerle kucaklaşmış, onlarla yakın ilişkiler kurarak milis teşkilatını kuvvetlendirmiştir.
Bu sebeple kendisi yüzbaşı olmasına rağmen halk ona general muamelesi yaparak “ Paşalık” vermiştir. Adı “Sinan Paşa” olarak anılır.
İNGİLİZLER ÇUKUROVA’YI FRANSIZLARA BIRAKIYOR
20 KASIM 1919
İtilaf devletleri kendi aralarında yıllar önce yaptıkları bazı gizli antlaşmalarla Osmanlı Devleti’ni paylaşmışlardı. Savaştan sonra bu paylaşımda Rusya olmayınca, dengeler değişmişti. Değişen bu dengeler yüzünden İngiltere ile Fransa arasında bazı gizli rekabet ve sürtüşmeler ortaya çıkmıştır.
Pierre Regan, Kilikya’dan Osmanlı Meselesi adlı kitabında bu konuyu şöyle anlatıyor: “...1919 senesi İngilizlerle Fransızlar arasında, doğrudan açığa vurulmayan fakat mevcut olduğu bilinen bir nüfuz mücadelesi başlamıştı. Kilikya’da sarf edilen gayretler sayesinde Fransızlarla yapılan antlaşmalar sonunda iş sonuçlanmıştı. Her iki tarafın komuta heyeti iyi bir işbirliğinin devam ettirilmesi için hüsnü niyetlerini göstermişlerdir. Bu iyi niyet, askerler tarafından müspet karşılanmıştır. Bununla beraber şunu da kayıt ve işaret etmek lazım gelir ki, iki devlet arasındaki nüfuz mücadelesi gizli istihbarata çalışan birkaç subay hariç pek dostane ve nazikçe geçmiştir.
...1919’da siyasi ve iktisadi alanlarda uygulanan metot, Kilikya Müslümanlarının son derece takdirine mazhar olmuştur. 1919 Ocak ayında girişilen bu nüfuz kavgası itiraz kabul etmeyecek derecede Fransızların başarısıyla sonuçlandı.”
İngiltere Başbakanı Lloyd George ile Fransa Başbakanı Clemenceau arasında yapılan antlaşma sonunda, İngilizler Çukurova, Maraş, Antep ve Urfa çevresini ve Suriye topraklarını Fransızlara bırakarak daha güneydoğuya çekilir. Çekildiği topraklar, petrol zengini Irak topraklarıdır.
İngilizler, Fransızlara bıraktığı topraklardan Kasım ayında çekilmeye başladı. Son İngiliz kafilesi 20 Kasım 1919 günü General Maç’ın komutasında Adana’dan Mersin’e hareket etti. Burada, Gümrük İskelesi’nden vapura binerek ayrıldılar. 21 Kasım 1919 günü Senegalli askerlerden oluşan bir Fransız Taburu Adana’ya geldi. İngilizlerin boşalttığı kışlalara yerleştirildiler. Taburun tamamı zenci ve fesliydi.
02 Aralık 1919 günü Fransız Tümen Komutanı General Dufieux (Dufyo) yeni İşgal komutanı olarak Adana’ya geldi. 04 Aralık günü de görev merkezi olan Suriye’ye gitti.
FRANSIZLAR YÖNETİME EL KOYDU
İngiliz birliklerinin son askerleri 20 Kasım 1919 günü Gümrük İskelesi’nden ayrıldığı an, batıda Mersin’den doğuda Maraş ve Urfa’ya kadar, kuzeyden Pozantı’dan güneyde Antep’e kadar olan bölgenin yönetimi Fransızların eline geçti.
Fransızlar sürekli olarak karaya asker çıkarmaya başladılar. Çıkarılan bu askerleri hiç zaman geçirmeden bölgenin değişik yerlerine gönderdiler.
Kasım sonunda bu bölgeye gözle görülür şekilde bir göç başladı. Gözleri dönmüş, kana susamış Ermeni komitecileri akın akın gelmeye başladılar. Fransız ordusunda Ermeni lejyonlar vardı. Bu gelenler de belirli bir haberleşmenin sonucunda Fransız himayesinde gelmişler, Mersin’e, Tarsus’a ve Adana’ya yerleştirilmişlerdir.
Ermeni lejyonlarının büyük bölümü Mersin’de tutuldu. Bunlar Taşhan’a, Araplar köyüne, Hıristiyan köyü (Osmaniye Mahallesi) çevresi ile Mesudiye Mahallesi kuzeyinde bulunan mıntıkaya yerleştirildiler. Fransız asıllı askerlerle Tunus ve Cezayirlileri de kışlaya ve Müftü Mahallesi’ndeki (Hamidiye Mahallesi) medreseye yerleştirildiler. Askerî komutanlık karargâh ve ikametgâhı önce İngiliz uyruklu Rikards’ın evi, daha sonra “İdadi Okulu-Yanık Mektep” oldu.
Ermeni lejyon askerleri, Ermeni eşkıyaları için bir güvenceydi. Fransızlar, onlar için sahiplik, koruyuculuk yapıyorlardı. Ama lejyonlar kendilerinden olunca, daha yakın, daha güvenli oluyordu.
Ermeni göçmenlerinin bölgeye gelmesinden sonra olaylar çoğaldı. Hırsızlık arttı. Mahallelere, köylere baskın düzenleyerek bölgenin can ve mal emniyetini ortadan kaldırdılar. Tehlike her an, her yerde karşımızdaydı. Ermeni komitecileri Türklere karşı zulmetmekten zevk alırcasına saldırmaya başladılar. Daha beş, altı ay öncesine kadar yaptıkları katliamların küçük birer örneği bölgemizde yaşanmaktaydı.
Bölgede yönetimi devralan Fransızlar, bütün kademelerde görev değişikliği yaptılar. Mersin İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na ve Mersin Guvernörü olarak Binbaşı Anfre, Tarsus Guvernörlüğü’ne de Kostilyer-Kuliver atandılar. Römyo da Adana’da görevlendirildi.
Mersin’de ve Tarsus’ta, en üstten, en alt birimlerdeki memurlara kadar değişiklik yapıldı. Askeriyede, emniyette ve hükümet dairelerinde hızlı bir değişim yaşandı. Fransızlar, kurdukları cemiyetler aracılığıyla bu görevlere azınlık mensubu kişileri, Türk düşmanlığı öne çıkanlar ve Fransızlara karşı sempati duyup, onların menfaatlerine hizmet ederek kendi canını, malını, geleceğini garantilemek isteyen yerli vatandaşlarımızı görevlendiriyordu.
Mersin Guvernörü Binbaşı Anfre, kendisine çalışma yeri olarak Hükümet Konağı’ndaki Genel Meclis salonunu seçti. Tercümanlığına da Fransız Konsolosluğu memurlarından Mardiros Dellelyan’ı getirdi. Gümrüğe deniz subayı Tiçer’i, Belediye’ye Üsteğmen Salandır’ı, Başkomiserlik’e İskoçyalı Başçavuş Potini’yi, Jandarma’ya Yedek Teğmen İskenderunlu Yakupyan’ı, Maliye’ye Hapet Tulumcuyan’ı ve Türkçe bilmeyen müfettiş ve kontroller maiyetine cemaatlerden tercümanlar getirdi.
Mersin Mutasarrıfı Galip Bey bu değişikliklere karşı çıktı. Her değişikliğe itiraz etti. Ama engelleyemedi. Anfre’nin kendi işlerine karışmasını önleyememişti. Binbaşı Anfre de Galip Bey’den rahatsız olunca, onu Kontinantal (Toros) Oteli’nde 3 gün göz hapsinde tuttu. Daha sonra, hızını alamayıp, onu Kilikya dışına sürgün gönderdi. Mersin Mutasarrıfı Galip Bey, bir vapura bindirilerek İstanbul’a gönderildi.
Binbaşı Anfre, Galip Bey’in yerine vekâleten Tahrirat Müdürü Salim Bey’i getirdi.
TARSUS’TA DURUM
O günlerde Mersin Sancağı’nın tek kazası (ilçesi) Tarsus idi. Tarsus’ta Ahmet Hilmi (Cerit) Bey Kaymakam, Üsteğmen Nazmi Bey Jandarma Bölük Komutanı idi. Ahmet Hilmi Bey, kurtuluştan sonra Mersin Valisi oldu. Her ikisi de vatansever, cesur, millî teşkilat için çalıştılar.
Fransız yönetimi Guvernör olarak Binbaşı Kostilyer’i –Kule- atadı. Kostilyer, kendisine tercüman olarak, Türk ordusunda muvazzaf subay iken ateşkesten sonra Fransızlara sığınan Cezayirli Fethi’yi atadı.
Tarsus Kaymakamı Ahmet Hilmi Bey, Türkleri koruma, kanunları uygulama bakımından yaptığı çalışmalar, şüpheleri üzerine çekmesine sebep oldu. Fransızlar Ahmet Hilmi Bey’den kuşkulandılar. Bu kuşkuları ispat edemedikleri halde onun Fransız çıkarlarına uygun biri olmadığını düşünerek Kilikya dışına gönderdiler.
Tarsus Jandarması, millî kuvvetlere yardım etme konusunda üzerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirdi. Bunu yaparken, komutanından erine kadar bu faaliyetin içindeydiler.
Tarsus Jandarma Bölük Komutanı Üsteğmen Nazmi Bey, Tarsus’taki millî teşkilâta yardım konusunda her işi organize eden kişiydi. Bunu yaparken, kendisine Yedek Subaylıktan jandarmaya geçen Merkez Takım Komutanı Teğmen Lütfi (Oğuzcan), Gülek Nahiyesi Takım Komutanı Teğmen Hafız Tevfik ve Merkez Takım Başçavuşu Yusuf Kenan (Genç) yardımcı olmuşlardır. Üsteğmen Nazmi Bey’in faaliyetlerinden kuşkulanan Guvernör Kostilyer, onu Kilikya dışına sürdü.
Ayrıca Tarsus’ta görevli diğer vatansever görevliler şunlardı: Karakol Komutanları Gülekli Cevdet, Yakup (Akıncı), Fuat, Gülekli Kemal (Eğin) ile Buluklulu Hüseyin (Tümer), Abdurrezak (Kıral), İzzet Gücük, Hacı Emin Talas, Bezirgân Abdurrehim oğlu Ali. Burada adını saydıklarımız ve sayamadığımız onlarca Türk jandarması, Tarsus’ta üzerlerine düşen görevi canla başla yapmışlar ve başaramamışlardır. Özellikle halkın elinde bulunan ve işgal yönetimine teslim edilmemiş olan, çeşitli yerlerde saklanan silahları Çamlıyayla yaylasına ve köylere kaçırılmasında önemli görev yapmışlardır.
Tarsus Guvernörü Kostilyer, Jandarma Bölük Komutanı Üsteğmen Nazmi Bey’i Kilikya dışına gönderdikten sonra, onun yerine emekli zaptiye Yüzbaşısı Suriye asıllı Hilmi Bey’i getirdi. Hilmi Bey, Fransız emellerine uygun bir çalışma sistemi kurmak istemişse de, bu durum jandarmaların yaptıkları faaliyetleri önleyemedi. Ama Türk jandarmaları bundan sonra daha dikkatli ve gizli çalışmaya ihtiyaç duydu.
GENERAL DUFİEUX (DUFYO) GELDİ
02 Aralık 1919
İngiltere ile Fransa arasında yapılan antlaşma sonunda Suriye ve kuzeyinde bulunan Adana, Mersin, Antep, Maraş ve Urfa çevresi Fransızlara bırakıldı. İngilizler Suriye’nin doğusuna çekildiler.
Bu geniş ve bereketli toprakları eline geçiren Fransızlar, yeni görevlendirmeler yaptı. 02 Aralık 1919 günü, Suriye’deki Fransız Doğu Ordusu’na bağlı 156. Tümen, General Julien Sasthene Dufieux (Dufyo) komutasında Adana’ya geldi.
Dufieux (Dufyo)’nun Adana’ya gelmesiyle birlikte olaylar çoğaldı. Huzursuzluk arttı. On binlerce insanın kanı aktı.
Dufieux Adana’da iki yıl kaldı. Törenle geldiği Adana’dan, Ankara Antlaşması’nın imzalanmasından 4 gün sonra, 29 Ekim 1921 tarihinde sessizce ayrılmak zorunda kaldı.
SİNAN BEY’İN ATAMASI
05 ARALIK 1919
Doğan Bey, Batı Kilikya Komutanlığına Ali Ratip Bey’in atandığını bütün birliklere ve teşkilatlara duyurdu. Doğan Bey’in yazısı şöyledir:
“Yüzbaşı Ali Ratip Bey Kilikya Garp Mıntıkası Komutanlığına tayin olunmuş ve mezkûr mıntıka dâhilinde Teşkilat-ı Milliye’nin taazu ve teşmiline memur edilmiştir. Mumaaleyh, hidamat-ı milliyesi müddetince Oruç (Teke) oğlu Sinan Bey nam-ı müstearı ile icra-i faaliyet eyleyecektir. Bilumum Müslüman kardeşlerimiz tarafından her veçhile muavenet ve müzaherette bulunulması rica olunur. 05 Aralık 1919
Kilikya Kuvayi Milliye Komutanı Kozanoğlu Doğan
ÜSTEĞMEN NAZMİ BEY
Üsteğmen Nazmi Bey vatansever bir insandır. Tarsus Jandarma Bölük Komutanlığı görevini, Fransız işgaline ve Ermeni taşkınlığına rağmen başarıyla yapmıştır. Kuvayi Millîye’ye büyük yardımları olmuştur. Fedakâr ve cesur bir insandı.
O günlerde Gülek ve Namrun (Çamlıyayla) jandarma takımlarının başında yedekten geçme Türk subayları bulunuyordu. Merkez ve diğer takımlarda Türk astsubayları görevdeydiler. Bu subaylar, görevlerini başarıyla yapıyorlardı. Özellikle şehir içindeki silahların dışarıya çıkarılması, köylere ve Namrun yaylasına gönderilerek saklanması, tamamen jandarmalar aracılığıyla sağlanıyordu.
Tarsus Guvernörü Binbaşı Kostilyer, Tarsus’taki hareketlerden, silah ve cephane kaçırma olaylarında jandarmalardan, öncelikle Bölük Komutanı Üsteğmen Nazmi Bey’den şüphelenmekteydi. Suçüstü yakalayamamasına rağmen, duyduğu şüphe ile Üsteğmen Nazmi Bey’e süresiz izin verdi. Ama bir de şartı vardı: Nazmi Bey Kilikya dışına çıkacak ve bir daha Tarsus’a gelmeyecekti. Bu bir nevi sürgündü.
Binbaşı Kostilyer, Nazmi Bey’in yerine eski zaptiye Yüzbaşısı Halepli Hilmi Efendi’yi görevlendirdi. Tarsus Merkez Takım Komutanlığı görevine de kendisinin tercümanı Cezayirli Fethi’nin kardeşi Fevzi’yi atadı. Fevzi, Üsteğmen adayı olarak Adana’da kurs görmüştü. Üsteğmen rütbesiyle bu göreve gelince, davranışları değişti. Kardeşi gibi Fransız hayranı ve taraftarı oldu. Ama buna rağmen Tarsus jandarması vatana hizmet yolunda başarıyla çalıştılar. Fevzi bunlara engel olamadı. Hatta haberi bile olmadı. Hayatı da bu jandarmaların elinden sona erdi.
GENERAL GURO ÇUKUROVA’DA
10 Aralık 1919
Fransızların Kilikya Başadministratörü Colonel Bremond 3 Aralık 1919 günü bir beyanname yayınladı: “Doğu Orduları Komutanı ve Suriye Havalisi Olağanüstü Komiseri General Guro 10 Aralık 1919 Salı günü denizyolu ile Beyrut’tan gelecek, üç gün kalacak ve her yerde fevkalade törenle karşılanacaktır.”
Mersin İşgal Kuvvetleri Komutanı ve Guvernörü Binbaşı Anfre ile Tarsus Guvernörü Binbaşı Kostilyer, talimatı alır almaz hazırlıklara başladılar. Önce Fransızlar kendi aralarında bir toplantı yaptılar. Daha sonra Mersin’de ve Tarsus’ta yöneticilerin, cemaat temsilcilerinin, cemiyetlerin başkan ve yöneticilerinin, aydınların davet edildiği toplantılar yapıldı. General Guro’nun gelmesi konusu görüşüldü. Herkesin görüşü alındı. Toplantı sonunda birer karşılama ve gezilecek yerler, konaklama ve ziyaretler konusunda program yapıldı.
Buna göre meydanlar, caddeler, resmî ve özel binalar, direkler, ağaçlar, duvarlar yeşilliklerle süslenecek, İtilaf devletlerinin, özellikle Fransız bayrakları asılacaktı. Halk karşılamaya katılacak; okullar öğrencileriyle birlikte törene hazırlanacaklardı. Öğrencilerin ellerine Fransız bayrakları verilecek ve geçit anında sallayacaklardı.
Fransız Doğu Orduları Komutanı General Guro 10 Aralık 1919 Çarşamba günü Mersin’e geldi. Sabahın erken saatlerinde Gümrük Meydanı karşılayıcılar, polis ve jandarma ile doldu. Herkes denize doğru bakarak, ufukta belirecek gemiyi beklediler. Saat ona doğru Mersin açıklarında General Guro’nun gemisi görüldü. Fransızların Volde Ruso zırhlısı limana girdi. Protokol, merkez iskelesinden motorlara binerek generali karşılamaya gittiler. Protokolde Kilikya Baş Administratörü Bremond, General Dufyo, Kurmay Başkanı, Mersin İşgal Kuvvetleri Komutanı ve Guvernörü Binbaşı Anfre ve bazı görevliler yer aldı. Demiryolu İskelesi’nden ise sivil kişiler motorlara binerek karşılamaya katıldılar. Motorlar sahilden uzaklaşmaya başlayınca kiliselerin çan sesleriyle karadan atılan top sesleri birbirine karıştı. General Guro’nun gelişi selâmlandı.
Bir saat sonra, General Guro, yanındakiler ve karşılayıcılar, Volde Ruso zırhlısının top atışları arasında gemiden ayrılarak sahile geldiler. Saat 11.00 sıralarında ilk önce General Dufyo, Bremond ve Anfre karaya çıktılar. Ardından Doğu Orduları Komutanı General Guro ve maiyeti de çıktılar. Son olarak, diğer sivil karşılayıcılar karaya çıktılar.
General Guro, alkışlar arasında karaya çıktı. Kendisine pek çok çiçek buketi verildi. İskeledekiler kendisine tanıtıldı. Önde General Guro, sağında General Dufyo, solunda Binbaşı Anfre birlikte Gümrük Meydanı’na ilerlediler. Buradakiler de General Guro’ya tanıştırıldı. Tören birliği denetlendikten sonra Uray caddesine gelindi. İlk önce Amerikan Koleji, Fransız Papaz okulları öğretmen ve öğrencileri ile bazı cemaatler caddede sağlı-sollu yerlerini almışlardı. Bunlar, geçenlere çiçek atarak, alkış tuttular. Ellerindeki bayrakları salladılar. Bu manzara General Guro’nun hoşuna gitti. Binbaşı Anfre de iyi bir karşılama düzenlediğini düşünerek mutlu oldu. Misafiri karşısında mahcup olmadığı için sevindi. Fakat az ileride bu sevinçleri devam edemedi. Karşılaştıkları manzara hepsinin neşesini kaçırdı. Herkesin ilk bakışta göreceği bir yerde bir Fransız bayrağı göze çarpıyordu. Ama bu bayrağın mavi renkli parçası katlandığı için sadece kırmızı ve beyaz renkleri görülüyordu.
General Guro, Fransız bayrağıyla kendisine verilmek istenen mesajı almıştı. Dayanamadı, bu bayrağı Mersin Guvernörü Binbaşı Anfre’ye göstererek:
-Herhâlde bu, Türklerin yeni bayrağıdır, dedi.
Geçit töreni devam ediyor. Ermeni, Rum ve Hristiyanların okulları geçildi. Buralarda da büyük taşkınlık ve alkışlarla karşılandı. Az ileride ise Türk okulları yer almıştı. Buradan geçerken, Türkler de çiçek atarak karşılanmaya katıldılar. Ancak, geçit törenindekilere atılan çiçek buketlerinin bir kısmından kum, çakıl, toprak çıkmıştı. Bunu beklemeyen Fransızlar büyük şaşkınlık yaşadılar. Kısa bir duraklamadan sonra, Dufyo ve Fransız subayları, olaya karşılık vermek istediler. General Guro, onlara engel oldu.
Bir Türk okulunun öğrencilerinin sıra başında bulunan çocuk, elindeki Fransız bayrağını yere düşürdü. Öğretmeni, yere düşen bayrağı alarak arkasında saklamak istedi. Az sonra da başka bir çocuğa verdi. Bu olay da General Guro’nun gözü önünde oldu.
Geçit töreni Hükûmet Konağı önünde son buldu. General Guro, Hükûmet Konağı karşısında yer alan ikinci Fransız tören birliğini de denetledikten sonra, halılar üzerinden ön merdivenleri çıkarak içeri girdi. İç holde, elbiseleri, eldivenleri ve çorapları Fransız bayrağının renklerini taşıyan öğrenciler ve başlarında öğretmenleri Madam Meha, General Guro’yu karşıladılar. General, öğrencilerin hatırını sorarak iç merdivenlerden çıkmaya başladı. Madam Meha, kendisinin hatırı sorulmayınca, öğrencilerine Fransız Millî Marşı Marselyes’i söyletmeye başladı. Bunu işiten General Guro ve yanındakiler hemen geri dönerek saygı duruşuna geçtiler. Marş bitince, sözcülerin Türkler aleyhindeki konuşmaları, Fransızları öven methiyeleri dinleyen General Guro, bunlara kısa bir teşekkürle karşılık vererek merdivenleri çıktı.
Aynı sahne dört yıl sonra aynı yerde, yani Mersin Hükûmet Konağı’nın iç holünde, bir ibret tablosu olarak tekrar yaşandı. Yine aynı okulun o günkü öğrencileri, yine aynı öğretmen: Madam Meha. Değişen sadece karşılanan kişi ve öğrencilerin kıyafetiydi.
Tarih 17 Mart 1923. Gazi Mustafa Kemal Mersin’dedir. Mersin Hükûmet Konağı’nda iç holde, Madam Meha ve öğrencileri Gazi’yi karşılamak için bekliyorlardı. Ama şimdi öğrencilerin kıyafetleri değişikti. Elbiseleri, eldivenleri ve çorapları Türk bayrağı rengindeydi. Gazi Mustafa Kemal, içeri girdiği an, kendisini ve öğrencilerini takdim etmek istedi. Ama hemen Gazi uyarıldı. Daha önceki olay kendisine anlatıldı. Bunun üzerine Gazi, Madam Meha’yı reddederek merdivenlerden çıktı.
Fransız Doğu Ordusu Komutanı General Guro için Hükûmet Konağı’ndaki Guvernörlük odasında kabul töreni yapıldı. Ermeniler, Çukurova’da bir Ermeni devleti istediler. Bazı gruplar da Çukurova’nın Suriye’ye bağlanmasını istediler. Törenden sonra Guvernör Anfre’nin evinde öğle yemeği yenildi. Gece fener alayı düzenlendi.
Ertesi gün, 11 Aralık 1919 Perşembe günü General Guro önce Tarsus’a ve oradan da Adana’ya gitti. General Guro Tarsus’ta ve Adana’da da Fransız subaylarının hazırladığı törenlerde Ermeniler, Rumlar ve Fransız uşaklığı yapanların taşkın gösterileri ile karşılandı. Caddeler, binalar sokaklar süslendi. Caddelerden geçerken Türkler tarafından yine hoş karşılanmadı. Tarsus’ta ve Adana’da, Mersin’dekinden daha ağır protestolarda bulundular. Türklerin bu soğuk davranışları üzerine General Guro, Bremond’a bunun sebebini sordu. Bremond, olayların ezikliği ile Türklere saldırmaya başladı:
-Vahşi Türklerden başka türlüsü beklenemez...
diye cevap verdi. General Guro, bu cevaba çok üzüldü. Çünkü General Guro Türkleri çok iyi tanıyordu. Bir kolunu Çanakkale savaşlarında kaybetmişti. Türkleri ve onların kahramanlıklarını yakından tanımıştı. Bu sebeple Bremond’a bir tavsiyede bulunmaktan kendisini alamadı:
-Türklerle iyi ilişki kurunuz. Onlara karşı şiddet hareketleri yapmaktan sakınınız!..
General Guro, Adana’dan dönüşünde Ermeniler, Rumlar, Hristiyanlar ve bazı Fransız severler tarafından coşkulu gösterilerle karşılandı. 13 Aralık 1919 gecesi Volde Ruso zırhlısı ile Mersin’den ayrıldı. General Guro, Çukurova gezisinden olumlu sonuçlarla ayrılmadı.
Baş Administratör Colonel Bremond, General Guro’nun Çukurova seyahati ile ilgili bir resmî bildiri yayınladı. Bildiri aynen şöyledir:
“Doğu Ordusu’nun Başkomutanı, Fransa Cumhuriyeti Suriye ve Kilikya Başkomiseri General Guro cenapları Mersin, Tarsus, bahusus Adana’da kahramanlığına kahramananesine layık bir surette müdepdep ve mutantan bir şekilde istikbal buyurulmuşlardır. Şimdiye kadar Kilikya eyaletinde böyle muhteşem merasim icra olunmamıştır. Bu büyük tezahürata muhtelif tabakata mensup bütün halk istisnasız müttehit olarak iştirak etmişlerdir. General Guro cenapları bu gördüklerinden son derece memnun kalmış ve şimdiden müşarünileyhin kalbinde mevki almış olan bu memlekete uzun müddet kalmak üzere tekrar teşrif buyuracaklarını vadetmişlerdir. 14 Aralık 1919.”
II. BÖLÜM
TEŞKİLATLANMA
TEŞKİLATLANMA EMRİ
06 ARALIK 1919
Vatanın her köşesinde yabancı işgallerine karşı halkın bir araya gelmesiyle, Kuvayi Milliye teşkilatları kurulmaktaydı. Ancak bu teşkilâtların her biri, birbirinden habersiz ve sadece kendi bölgelerinin kurtuluşu için savaşmayı amaç edinmişlerdi. Kuvvetleri sınırlıydı. Silah ve cephaneleri yoktu. Bu sebeple gün geliyor zayıf kalıyorlardı. İşte bu ortamda bu teşkilatlara bir yön vermek, aralarında bağlantı kurmak, yardımlaşma sağlamak ve en önemlisi bir merkeze bağlamak amacıyla duruma müdahale etmek gerekiyordu.
Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’nden sonra, Heyeti Temsiliye adına, Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti’nin tüzük ve beyannamelerini bütün kolordulara, valilere, belediye başkanlıklarına ve İstanbul’daki işgal kuvvetleri makamlarına gönderdi.
Mustafa Kemal, cemiyetin tüzüğünü gönderirken, bazı merkezlere, özellikle kolordulara bir de gizli bir talimat göndermiştir. Bu talimatında, kolorduların hangi bölgelere, ne gibi yardımların nasıl yapılacağı açıklanıyordu. Bu talimata göre Çukurova iki bölüme ayrılmıştı. Birinci bölüm Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu Komutanlığı’nın gözetim ve denetimine verildi. Buna göre 20’nci Kolordu Kilikya’ya (Çukurova’ya) kuzeyden girecek kuvvetleri hazırlayacak, destekleyecek ve gerekli yardımlarda bulunacaktı. İkinci bölüm ise Konya’da bulunan 12’nci Kolordu Komutanlığı’nın gözetim ve denetimine verildi. 12’nci Kolordu, Çukurova’ya batıdan girecek kuvvetleri kurup düzenleyecek, gerekli silah ve malzeme yardımları yapacaktı.
Mustafa Kemal’in bu talimatı üzerine, Ankara ve Konya’da çalışmalar hemen başladı. Konya’da, Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey, Kilikya işine memur edildi. Hüseyin Hüsnü Bey de hemen, Birinci Dünya Savaşı’nda “Teşkilatı Mahsusa”da görev almış olan ve o günlerde Ilgın’da millî teşkilât yapmakla görevli Emin Resa (Arslan) Bey’i görevlendirdi. Kendisini Konya’ya çağırdı. Emin Arslan (Karakaş) Bey, “İçel Kurtuluş Savaşı” adlı kitabında bu görevlendirmeyi şöyle anlatmaktadır:
Ilgın’da millî kuvvetler teşkilatı ile uğraşmakta idim. Konya’dan Binbaşı Hüseyin Hüsnü imzası ile şöyle bir telgraf aldım:
“Ilgın’da Kuvayi Milliye Teşkilatına Memur İhtiyat Yüzbaşı Emin Resa Bey’e,
Ilgın Kuvayi Milliye teşkilatını idare etmek üzere görevini Müdafaa-i Hukuk Reisi Esiroğlu Ali ve Jandarma Komutanı Mülazım Kâzım Efendilere talimat vermek suretiyle devrederek Heyeti Temsiliye’den alınan emir üzerine Konya Heyeti Merkeziyesi’nce “Adana’ya mürettep 1. No’lu Umum Kuvayi Milliye Fedai Müfrezeleri Komutanlığı’na tayin edilmiş olduğunuzdan talimat almak ve hemen teşkilâta başlamak üzere acele Konya’ya teşrifinizi rica ederim.
Konya. 06.12.1919 Konya Heyeti Merkeziyesi
Kuvayi Milliye Teşkilatına Memur
Binbaşı Hüseyin Hüsnü.”
MÜDAFAAİ HUKUK CEMİYETLERİ
19 MART 1920
Vatanın her köşesinde olduğu gibi güneyde de Kuvayi Milliye teşkilâtları kuruldu. Bir kıvılcımın çakmasıyla başlayan bu cemiyetler ve bunların denetimindeki kuvvetler, günden güne yaygınlaşıp büyük bir güç haline geldiler.
Kuvayi Milliye’nin güneydeki adı “ÇETE” idi. Burada Fransız askerleri ve Fransız üniforması giyinmiş Ermeni lejyonerlerine ve milislerine karşı yaptığı savaşlara da “Çete Savaşı” denilmiştir. Bu kahramanlara Erzurum çevresinde “Dadaş”, Ege’de, Aydın çevresinde “Efe” veya Zeybek” denilmiştir.
Şehirlerden, köylerden gelen yüzlerce vatansever Türk genci, müfrezeleri oluşturdular. Bu müfrezeler her gün, birbirinden öneli kahramanlık örnekleri gösterişlerdir. Fransız askerî kuvvetlerine karşı vatan toprağını yiğitçe savundular.
Her şeyin bittiğini ve kurtuluş ümidinin büsbütün söndüğünü sananlar Mustafa Kemal’e sordular:
-Osmanlı Hükûmeti iki büyük müttefiki ile beraber yenilmiştir. Ordunun silahları elinden alınmış, donanma perişan edilmiş, yurdun dört bir bucağı düşmanlar tarafından işgal altına alınmıştır. Bu durum karşısında sizin kurmak istediğiniz “Kuvayi Milliye” ne işe yarar?
Mustafa Kemal şu cevabı verdi:
-Kuvayi Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer. Namusunu kurtarması için herhangi ümidi kalmadığı zamanda hiç olmazsa intihara yarar.
Kuvayi Milliye müfrezeleri düşmana karşı savaşırlarken, bunların ihtiyaçları çoğaldı. Yiyecek, giyecek, silah, cephane bulunması gerekiyordu. Bunları bulmak için Müdafaai Hukuk Heyetleri kuruldu.
Mersin bölgesinde Fedai Müfrezeler 1’inci Bölük Komutanı Teğmen Kozanlı Mustafa Nail Bey önderlik etmiştir. İhtiyaç duyulunca Tarsus için de ayrı bir millî teşkilat kurulma gereği duyuldu. Tarsus’taki müfrezelerin yiyecek, giyecek ve cephane ihtiyaçlarını karşılamak üzere 19 Mart 1920 günü Belenkeşlik köyünde (Belenkeşlik o tarihte Tarsus’a bağlıydı) Tarsus Müdafaai Hukuk teşkilatı kuruldu. Kuruluşta görev alan kişiler şöyledir:
1) Başkan: Belenkeşlik’ten Hacı İshak Ağa. (Hacı İshak Ağa Bağlar Savaşı’nda şehit oldu.)
2) Evcili’den Ramazan Hoca.
3) Koruma’dan Esat Mustafa Ağa.
4) Esenli’den Halil Efendi.
5) Yampar’dan Hüseyin Efendi.
6) Çelebili’den Hacı Sakar Ömer Efendi.
7) Belenkeşlik’ten Mehmet Hoca.
Tarsus Müdafaai Hukuk Heyeti başkanı Hacı İshak Ağa okuryazar değildi. Bölgede yeni yeni müfrezeler kuruluyor, cephe genişliyor, ihtiyaçlar çoğalıyor ve kendisinin görevi ağırlaşıyordu. Bu durumu fark eden Hacı İshak Ağa, kendi isteğiyle Tarsus Müdafaai Hukuk Heyeti başkanlığından çekildi. Bunun üzerine 24 Nisan 1920 günü Tarsus Müdafaai Hukuk Heyeti, grup karargâhı olan Karadiken’de toplanarak, yeniden görev bölümü yaptı. Yeni heyet şu kişilerden oluştu:
1) Başkan: Halim Bey oğlu Salih (Güreş) Bey,
2) Sarıkavak’tan Ömer Lütfi (Koç) Bey,
3) Karadiken’den Hacı Sakar Ömer Bey,
4) Karadiken’den Ali Kâhya,
5) Kösebalcı’dan Güllü Fakı Mehmet Bey,
6) Sebil’den Ahmet Kâhya,
7) Tepeköy’den Halil Bey,
8) Sadiye’den Hut Ağa,
9) Namrun’dan (Çamlıyayla’dan) Hacı Fakı.
Bu heyete yardımcı olmak, yiyecek, giyecek ve benzeri konularda fiilen görev yapabilecek yardımcı üyeler de seçildi. Yardımcı üyeler şu kişilerden oluşmaktaydı:
1) Belenkeşlik’ten Hacı İshak Ağa.
2) Kıristan köyünden Karafakılı Mehmet Efendi.
3) Sebil’den Hurşit Çavuş.
4) Manas (Beylice) köyünden Bayezit Ahmet Ağa.
5) Ulaş’tan Beyoğlu Ömer Bey.
TARSUS’TA İKİNCİ TEŞKİLAT
Tarsus (Berdan) çayı doğusunda kurulan müfrezeler Kavaklıhan Grubu adıyla teşkilatlandılar. Bu grubun ihtiyaçlarını karşılamak üzere Tarsus’tan ikinci bir heyet kuruldu. Bu heyetin merkezi Suphi Paşa Çiftliği’ydi. Bu heyet şu üyelerden kurulmuştur:
1) Başkan: Sadık (Eliyeşil) Paşa.
2) Üyeler: Tarsus Müftüsü Hilmi (Toros) Efendi.
3) Tıs Halil oğlu Mustafa Efendi.
4) Zayım oğlu Halim (Gücük) Efendi.
5) Akif oğlu Hilmi Efendi.
6) Köylü oğlu Şevki Bey.
7) Kara Mehmet oğlu Hafız Mehmet Bey.
8) Gafur Efendi oğlu Mahmut (Burhan) Efendi.
TARSUS’TA GİZLİ HEYET
Bu günlerde, Tarsus’taki müfrezelere gerekli olan araç, gereç, yiyecek, giyecek, ilaç ve benzeri maddeleri temin etmek üzere Tarsus Gizli Müdafaai Hukuk Heyeti kuruldu. Gizli teşkilat ilk önce Tarsus Jandarma Başçavuşu Hilmi, Arap Kâzım, Leblebici Salih, Terzi Galip, Tıs Halil oğlu Misbah ve Tabak Nuri tarafından kurulmuş ve daha sonra yaygınlaşmıştır. Bu teşkilatta çalışanlar şunlardı:
1) Başkan: Şeref oğlu İslam (Kemal Şuberi) Bey.
2) Üyeler: Dava Vekili Bahittin (İçgören) Bey.
3) Hafız Veyis (Çiğdem) Bey.
4) Kara Mehmet oğlu Hafız Mehmet Bey.
5) Tıs Halil oğlu Mustafa Efendi.
Bu gizli teşkilat çok önemli hizmetleri yerine getirmişlerdir. Pek çok kişinin Kuvayi Milliye’ye geçmelerini sağlamışlardır. Bu heyete “Şeref oğlu İslam” takma adıyla başkanlık yapan Şuberi oğlu Kemal Bey, özellikle Fransızların mevcutları ve hareketleri hakkında müfrezelere gizlice raporlar göndermiştir. Böylece millî kuvvetlere karşı yapılacak hareketleri ve tertipleri önceden haber vererek büyük yararlar sağlamışlardır.
TBMM’NE İLK MİLLETVEKİLİ SEÇİMİ
13 NİSAN 1920
Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal, İstanbul’un işgali üzerine 19 Mart 1920 tarihinde yayınladığı bir genelgeyle Ankara’da TBMM’nin toplanacağını, bunun için her seçi bölgesinden yeni meclis için milletvekili seçilmesini istedi.
Mustafa Kemal, Mersin Sancağı’nın mecliste temsil edilebilmesi için düşmandan kurtarılmış bölgelerde derhal seçim yapılmasını istedi. Mersin’den seçilecek 5 milletvekili için 4 aday belirleyip bildirdi. Beşinci aday Mersin’den seçilecekti. Heyeti Temsiliye tarafından aday gösterilen adaylar şunlardı:
1) 12’nci Kolordu Komutanı Fahrettin (Altay) Bey,
2) 3’üncü Kolordu Komutanı Albay Selahattin (Çolak namlı) Bey,
3) Adanalı İsmail Safa (Özler) Bey,
4) Adanalı Muhtar Fikri (Gücüm) Bey.
Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal’den bu genelge alınır alınmaz, hiç vakit geçirmeden Müdafaai Hukuk Heyetleri ile çevre köylere haber gönderildi. 13 Nisan 1920 günü milletvekili seçiminin Elvanlı’da yapılacağı, buraya gelmeleri istendi. Davet edilen üyelerden 40 kadar kişi Elvanlı’ya geldi. O günlerde Elvanlı nahiye idi. Nahiye Müdürü Tarsuslu Lütfi (Oğuzcan) idi. Kendisi Yedek Teğmen rütbesiyle henüz kurulmamış olan 6’ncı Bölük Komutanı’ydı. Mersin Grup Komutanı Emin Arslan Bey, kendisini Elvanlı Nahiye Müdürü olarak görevlendirmişti.
13 Nisan 1920 günü Elvanlı Nahiye Müdürü, yani seçimin yapıldığı mahallin en büyük mülkî amiri olarak, TBMM’nin ilk milletvekili seçimi Mersin’de Lütfi (Oğuzcan) Bey’in sorumluluğunda yapıldı.
Bu sırada, müfreze komutanları ile Emin Arslan Bey arasındaki anlaşmazlığı gidermek için cepheye gelen 4’üncü Mıntıka Komutanı Emin (Mengenli), Mut Müftüsü Nadir (Mutluay), Heyeti Temsiliye’nin milletvekili adaylarından İsmail Safa, Muhtar Fikri Beyler de Elvanlı’da yapılan seçimlere hazır bulundular.
Elvanlı Nahiye Müdürü Lütfi Bey, toplantı sebebini açıklayarak söze başladı. Mustafa Kemal’in gösterdiği milletvekili adaylarını seçmenlere tanıttı. Orada bulunanlar açık oyla seçimi yaptılar ve ittifakla bu 4 kişiyi milletvekili seçtiler. Sıra, bölge insanları arasından seçilecek beşinci milletvekilinin seçimine gelmişti. Lütfi (Oğuzcan) Bey, aday olup olmadığını sordu. Ancak, toplantıda bulunanlardan hiç kimse aday olmadı. Bunun üzerine toplantıda bulunmayan Emin (İnankur) Bey, Mersin’in beşinci milletvekili olarak ittifakla seçildi. Seçim mazbatası, iki nüsha olarak hazırlandı. Mazbatalar Nahiye Müdürü Lütfi (Oğuzcan) Bey ve seçmenler tarafından imzalanarak mühürlendi. Daha sonra mazbatanın bir sureti İsmail Safa ile Muhtar Fikri Beylere verildi. İkinci suret ise Nahiye Müdürlüğü dosyasına konuldu.
Emin Bey durumu öğrenince, görevi kabul etmedi ve istifa etti. Bunun üzerine, Mersin’den beşinci milletvekili olarak Yedek Subay Ziya (Eraydın) Bey seçilerek yeni bir mazbata hazırlandı.
MUSTAFA KEMAL’İN TALİMATI
Mustafa Kemal, Ankara’dan, Heyeti Temsiliye adına Fedai Müfrezeler Komutanı Emin Arslan Bey’e şu telgrafı gönderdi:
Mağara’ya Gelmiş Olan Kuvayi Milliye Komutanlarından Emin Arslan Bey’e,
Fransızlar teslih ettikleri Ermenilerle beraber bütün tahtı işgallerinde bulunan mıntıkada icrayi mezalim eylemekle iktifa etmeyerek Maraş’ta bulunan dindaşlarımızı katliam yapmaktadırlar. Maraş İslam ahalisi düşmanın üstünlüğüne rağmen kemali şeref ve namus ile mukavemet ve müdafaa etmektedirler.
Urfa civarındaki İslam ahalide Müdafaai Hukukları için Maraş zulüm görmüşlerine yardım etmek üzere düşmanlık ilanı ile Fransız kuvvetlerini kasabanın dışında Guraba hastanesinde mahsur bulundurmaktadırlar.
Birecik halkı dahi Urfa ve Ayıntap (Antep) mezalimine karşı heyecana gelerek silahlı müdafaaya sarılmak üzeredir.
Fransızların Maraş’taki kuvvetlerini takviye ile mezalimi şiddete devam etmekte oldukları anlaşıldığından Maraş’a yardım etmek üzere bilumum Adana, Antep, Maraş menatiki meşgulesinde teşebbüsatı ciddiye ve katiye icrasına mecburiyet hâsıl olmuştur. Binaenaleyh:
1) Hemen Mersin üzerine hareket edeceksiniz.
2) Dağılmış bir halde tesadüf edilecek Ermeni ve Fransız kuvvetleri bertaraf olunmazsa muvaseleleri katedilerek tazyik ve imha olunacaktır.
3) Düşman askerî kıtaları ile şüpheli cephe muharebesi icrasına lüzum yoktur. Mütemadi çete muharebatı ve düşmanın muvaselesinin katı maksadın teminine kâfidir.
4) Mümkün olursa düşmanın Mersin limanından istifadesinin menine çalışılacaktır.
5) Şimendifer hattı ehemmiyetli bir surette tahrip edilecektir.
6) Dâhil olacağınız mıntıkadaki İslam ahaliyi her tarafta ayağa kaldırmak gözden uzak tutulmamalıdır.
7) İcraat raporlarınızı merbut olduğunuz makama vermekle beraber Ankara’da Heyeti Temsiliye’ye de bildirmelisiniz.
Heyeti Temsiliye namına
Mustafa Kemal.”
MİLLÎ MÜFREZELERİN KURULUŞU
Sivas Kongresi tamamlanınca, kongre tarafından yayınlanan beyanname vatanın her köşesine ulaştırıldı. Heyeti Temsiliye, ayrıca gizli bir talimat hazırladı. Bunda millî teşkilatların, millî müfrezelerin kuruluşu, neler yapmaları gerektiğini açıkladı. Beyanname ile birlikte bu gizli talimat da belirli noktalara duyuruldu. Bu talimattan sonra, emirlere uygun olarak millî müfrezeler kurulmaya başlandı. Kısa sürede yaygınlaştırılmasına çalışıldı.
Heyeti Temsiliye’nin gizli talimatı şöyledir:
“1) İstiklalimizi muhafaza uğrunda teşekkül ve taazzuv etmiş olan millî kuvvetler her türlü müdahale ve tecavüzden masundur. Devlet ve milletin mukadderatında iradei milliye amil ve hâkimdir. Ordu makamı muameleyi hilafetin masuniyetini dâhi kefil olan işbu iradei millîyenin tabi ve hadimidir.
2) Ordu bir tecavüz vukuunda planına uygun harekâtını idare edeceğinden ayrıca aşağıdaki gibi teşkilat yapılır.
3) Millî teşkilatımızla ordu arasındaki irtibatı Heyeti Temsiliye muhafaza eder. Ancak bir tehlike anında her merkez mücavirinde bulunan kıta komutanları ile dahi irtibatta bulunur.
4) Millî müfrezeler Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin idare heyetleri ve merkez heyetleri tarafından teşkil olunur. Bu hususta icap eden muaveneti ahzı asker rüesası ve mıntıka komutanları ifa ederler. Bu teşkilatta aşağıdaki hususlar nazarı dikkate alınır:
a) Gayrimüslim unsurlarının çokluğu.
b) İhtilal harekâtına mahsus kuvvetleri.
c) Sırf soygunculuk ve intikamcılık vs. gibi sebepler ile cinayetler yapma ve haydutluk yapan Müslim ve gayrimüslim çetelerin azlığı ve çokluğu.
5) Millî müfrezeler, sabit ve seyyar olmak üzere iki türlüdür. Umumiyetle mücadele ve emniyet ve asayişi temin ve idame ve icabında ordunun harekâtını kolaylaştırmak maksadıyla seyyar müfrezeler teşkil olunur. Bundan başka eşkıyanın taarruzlarından ve anasırı gayrimüsliminin ihtilal ve saldırılarından kasaba ve köyleri muhafaza ve müdafaa için mahalle, köy ve mıntıkalarda sabit müfrezeler vücuda getirir.
6) Seyyar Müfrezeler: Silahaltında görev yapan kişilerden başka bütün milletin eli silah tutan gençlerinden teşkil olunur. Bir tehlike anında vuku bulacak davet üzerine orduyu seferber edecek olanlar orduya iltihak eder. Mütebaki kuvvet mahalli tehlikelere karşı olup bunlara lüzumunda makineli tüfek ve top ilhak olunur. Efradın muharebe görmüş olması müreccahtır. Emri zabıt ve rapta kadir maharetli müfrezeler haydutluk yapan bir kuvvet olmayıp devletin selameti ve millete vakfı hizmet ve hayat etmiş kanaatkâr ve hamiyetperver kişilerden mürekkep olmalıdır. Müfrezelerin teşkil emri komuta idaresi tıpkı askerî manga, takım ve bölük gibidir. Mükâfat ve cezalar dâhi tıpkı askerlikteki gibi olur.
7) Müfrezeler yalnız kendi mıntıkalarında değil, icap ettikçe mücavir mıntıka müfrezeleri ile iş birliği için diğer mıntıkalara da geçerler. Bu görevler mahalli idare heyeti ve merkezlerinin emri ile olur. Ancak önemli durumlarda müfrezeler kendiliklerinden yardıma koşmakla mükelleftirler. Yalnız bu halde mensup oldukları idare heyeti ve merkezlerini haberdar ederler. Mühim görülen mevkilere icabında bir askerî kıtayı dâhi yardımcı kuvvet olarak gönderilir.
8) Vilayet merkez heyetlerine Heyeti Temsiliye lüzum gördüğü mıntıkaların müfrezelerini, muhatarada bulunan herhangi bir mücavir mıntıkaya sevk ve toplama ödevini yapmaya davet edebilir. Bu halde mıntıkalar kendilerine mensup müfrezelerin noksanlarını ikmal ve sevk etmekle mükelleftirler.
9) Sabit Müfrezeler: Seyyar müfrezeleri teşkil edenlerin dışında kalanlardan teşekkül eder ve bunlar tarafından lüzum görülen köylerde, nahiyelerde, kasabalarda ve şehirlerin her nahiyesinde müdafaa tertibatı yapılarak Hristiyanları katliam, yangın ve asayişi ihlal gibi melunca maksatlarına, eşkıya çetelerinin taarruz ve hıyanetlerine karşı tedbir alınır.
10) Sabit ve seyyar millî müfrezelere muktedir her çeşit silahları temin ve bulup hazırlaması mühimdir. Eşkıyadan alınan silahlar ve zenginler tarafından para ile tedariki mümkün olan tüfek, rovelver, bomba silahlandırmalara sebep olabilir. Bu hususta ordunun yardımları dâhi talep olunur. Hayatlarını ve iaşelerini temin dâhi aynı tarzda olur.
11) Her nevi fazla silahlar, mühimmat ve malzeme münasip mahallerde depo edilir. Yabancıların eline, düşman eline geçmesi akla gelen depolar tehlikeli mıntıkalarda harfiyen nakil veya mecburiyet altında yağma halinde kaldırılıp muayyen mahallere depo edilir. Veyahut tehlikeli mıntıkalarda halka tevzi olunur.
12) Silahlar daima milletin malı ve milletin hazinesinin zararı demek olduğundan silahların dağıtımı askerî kıtaattaki usule uygun icra olunacağı gibi seyyar ve sabit müfrezelere dağıtımda kefaletle ve muntazam numara kayıtlarıyla ve müfreze amirlerinin mesuliyeti altında icra olunur.
13) Millî müfrezeleri teşkil edecek her kişi Kuranı azimüşşan üzerine el basarak yemin ettirilir.
14) Müfrezelerin sıhhiye umuru için evvelce askerlikte ders görmüş olanlardan istifade olunmalıdır. İcap eden ilaç ve sargı takımları ordudan talep olunur.
15) İşbu lahika bir talimatname mahiyetinde olup ahkâmı her mahallin durum ve şartlarına uygun olarak tatbik olunur.”
TARSUS’TA MÜFREZELER
16 MART 1920
Mersin bölgesinde 1919 yılı sonunda ve 1920 yılının ilk aylarında müfrezeler ardı ardına kurulmaya başlandı. Bu faaliyeti Tarsus cephesinde 16 Mart 1920 günü görüyoruz. Musalı köyünden öğretmen, Yedek Teğmen Veli Haşim (Çiftçi) Bey ve kendisine Tarsus’tan katılan Teğmen Lütfi (Oğuzcan) Bey ile birlikte Tarsus’un Namrun (Çamlıyayla) ve Karadiken nahiyesinde müfreze kurulmasına başladılar. Veli Haşim Bey Keşbükü köprüsünü tuttu. Daha sonra Mut’tan getirilen silahlarla müfrezesini kuvvetlendirdi. Bu müfreze sonradan “Tozkoparan” adını aldı.
Muhat (Çevreli) köyünden Molla Kerim, bulunduğu bölgede, Güllüfakı diye anılan Kösebalcı köyünden Mehmet Efendi ile birlikte bir müfreze kurdular. Bu müfrezeye sonradan “Çeliktaş” adıyla anıldı.
Daha sonra Tarsus Grubu Karargâh Komutanı Yedek Teğmen Lütfi (Oğuzcan), Yedek Teğmen Mahmut (Aysan) ile Karaisalı jandarma deposundan Bölük Komutanı Jandarma Üsteğmeni Hasan (Albay, Akıncı) Bey’den sağladıkları 17 silahla Burhan’da “Tarsus Gençler Müfrezesi”ni kurdular.
05 NİSAN 1920
05 Nisan 1920 günü Fedai Müfrezeler Komutanı Emin Arslan Bey’in hatalı davranmasından dolayı Mezitli Savaşı yapıldı. Fransızlar, denizden top ateşiyle destekli saldırılarında Mezitli köyünü yaktılar. Top seslerini duyan ve yangını gören Doğan ve Mustafa Nail Beyler müfrezeleriyle yardıma geldiler. Mezitli’yi geri aldılar. Fransızları Mersin’e kadar kovaladılar.
Bu olay üzerine bütün Kuvayi Milliye komutanları Tömük’te toplandılar. Emin Arslan Bey’i sorguladılar. Kendilerinden habersiz olay çıkarmasının sebebini sordular. Bu sorgulama dolayısıyla müfreze komutanlarıyla Emin Arslan Bey’in arası açıldı. Durumu öğrenen Mut Müdafaai Hukuk Başkanı Mirza Bey, Silifke Müdafaai Hukuk Başkanı Hafız Emin (İnankur), 4. Mıntıka Komutanı Binbaşı Emin (Mengeli) Bey, Mut Müftüsü Nadir (Mutluay), İsmail Safa ve Muhtar Fikri Beyler Tömük’e geldiler. Aradaki anlaşmazlığı giderdiler. O gün, yapılan plânlamayla Mersin teşkilâtında yeni bir düzenleme yapıldı. Buna göre, Mersin bölgesi ikiye ayrıldı:
1-Mersin Grubu: Batıda Alata çayından başlayıp, doğuda Deliçay’a kadar uzanan arazi Mersin Grubu’nun sorumluluğunda idi.
2-Tarsus Grubu: Batıda Deliçay sınır hattından Tarsus’un doğusunda Tarsus (Berdan) ırmağına kadar uzanan arazi.
TARSUS GRUBU MÜFREZELERİ
Tarsus Grubu Komutanı: Yüzbaşı Yaşar Bey,
Karargâhı: Karadiken köyü,
Emir subayı: Teğmen İsmail (Yahşi), daha sonra Teğmen Ahmet Tevfik,
Karargâh Komutanı: Tarsuslu Teğmen Lütfi (Oğuzcan). Emin Arslan Bey, Lütfi Bey’i Elvanlı Nahiye Müdürlüğüne atadı.
Bu gruba daha sonra Topçu Binbaşı İsmail Ferahim (Şalvuz), Binbaşı Çeçen Osman, Yüzbaşı İbrahim, Yüzbaşı Mustafa Tevfik Beyle komuta ettiler.
Tarsus bölgesi müfrezeleri iki grup komutanlığına ayrıldı:
A-Tarsus Grubu.
B-Kavaklıhan Grubu.
Bu iki gruptaki müfrezeleri ve yöneticilerini şöyle sıralayabiliriz:
A) TARSUS GRUBU MÜFREZELERİ:
1) DEMİRBAŞ MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı öğretmen, Yedek Teğmen Kozanlı Mustafa Nail Bey. Mustafa Nail Bey Bağlar Savaşı’nda şehit oldu. Yerine Yedek Teğmen Ömer Nazmi (Çiftçi) Bey geçti.
Müfreze Merkezi: Dedeler köyü.
Tarsus Grubu’nda kurulan ilk müfrezedir. 10 Mart 1920 günü teşkilatlanmaya başladı.
2) TOZKOPARAN MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı öğretmen, Yedek Teğmen Veli Haşim (Çiftçi). Naif Efe adıyla Mersin bölgesinin “Yıldırım Bayezit”i olarak tanınırdı.
Subayları arasında Ömer Nazmi Çiftçi, Yedek Teğmen Abdulkerim, Kilisli Yedek Teğmen Abdullah, Teğmen Hamamî Ahmet Beyler vardı.
Müfreze Merkezi: Ulaş köyü.
3) ÇELİKTAŞ MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Muhatlı köyünden Milis Subay Molla Kerim. Molla Kerim şehit olunca yerine Harputlu Ahmet, daha sonra Samet Çavuş geçtiler.
Subayları arasında Teğmen Harputlu oğlu Ahmet, milis Güllüfakı, milis Siyahî Kâzım vardı.
Müfreze Merkezi: Akçakoca köyü.
4) BOZKURT MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Yedek Teğmen Mithat Toroğlu (Özkul Efe). Bu müfrezede bulunan subay Yedek Teğmen Muhsin Yanpar idi.
Müfrezenin Merkezi: Yanpar köyü.
5-TARSUS GENÇLER MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Teğmen Lütfi (Oğuzcan) Bey. Lütfi Bey, Emin Arslan Bey tarafından Elvanlı Nahiye Müdürü olarak atanınca bu görevden çekildi. Yerine Nazım Vecdi İlteray geçti.
Bu müfrezede bulunan subaylar arasında Nazım Vecdi İlteray, Mahmut Aysan vardı. Bu müfreze daha sonra Bozkurt müfrezesine katıldı.
Müfreze Merkezi: Burhan köyü.
6) GÖKBAYRAK MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Üsteğmen Galip Tekin Bey. Galip Tekin Bey, yüreksizliği yüzünden düşmana teslim olunca yerine Emin Semre Dolunay geçti.
Subayları arasında Teğmen Emin Semre (Dolunay), Teğmen Cemil (Özden) vardı. Bu müfreze Mersin’den Tarsus Grubu’na katılan jandarma bölüğü idi.
7) SELÇUK MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Genç İzzet adıyla tanınan Adanalı Yedek Teğmen Tevfik (Bölgen).
Müfreze Merkezi: Karadiken köyü. Daha sonra Çakırlı köyü.
8) KAYIHAN MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Doğan Efe adıyla tanınan Çatak köyünden öğretmen, Yedek Teğmen Ali Rıza Timurtaş.
Müfreze Merkezi: Melemez (İhsaniye) köyü.
9) SÜVARİ MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Yedek Teğmen İsmail Safa (Çiftçi).
Süvari Müfrezesi grup karargâhında bulunuyordu.
10) BALTALI MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı Sadık Baltalı.
Tarsus Grubu’na bağlı bu müfrezelerin 1.500 civarında silahı vardı.
B) KAVAKLIHAN GRUBU
Kavaklıhan Grubu, Tarsus (Berdan) çayının doğu ve kuzeyinde, Tarsus-Adana yolunun kuzeyinde bulunan arazide faaliyet gösterdiği için, ilk önce Çukurova Müdafaai Hukuk Heyeti’ne ve bu bölgeye komuta eden Yüzbaşı Ali Ratip Bey’e bağlıydı. Ali Ratip Bey, Mustafa Kemal tarafından görevlendirildi. Mustafa Kemal kendisine Tekelioğlu Sinan adını verdi. Sinan Tekelioğlu ve Sinan Paşa olarak Çukurova’da büyük yararları oldu ve kahramanlıklar gösterdi. Bu grup daha sonra Tarsus Bölgesi’ne dâhil oldu.
Kavaklıhan Grup Komutanı İstihkâm Üsteğmeni Cemal Efe’ydi. (Emekli Albay Cemal Ziyal). Daha sonra bu göreve Yüzbaşı İbrahim Bey geldi.
Kavaklıhan Grubu’nda Tarsus-Adana yolunun kuzeyindeki müfrezeleri şöyle sıralayabiliriz:
1) GÖÇÜKLÜ KARA HACI MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Göçüklü Kara Hacı.
2) YANIKKIŞLALI TEKELİOĞLU MUSTAFA MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Yanıkkışlalı Tekelioğlu Mustafa Ağa.
3) BUCAKLI HASAN AĞA MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Bucaklı Hasan Ağa.
4) POLATLI EMİN AĞA MÜFREZESİ:
Polatlı Emin (Polat) Ağa.
5) URGANKIRANLI MOLLA İZZET MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Urgankıranlı Molla İzzet.
6) İNCİRGEDİKLİ DERVİŞ AĞA MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: İncirgedikli Derviş Ağa.
7) AKTAŞLI ALİ EFENDİ MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Aktaşlı Ali Efendi.
8) KURBANLILI AKIŞ AĞA MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Kurbanlılı Akış Ağa. Şehit olunca yerine Kuşutaşılı Dede Ağa geçti.
9) NAİLİ HÜRRİYET’TEN (Kazıkbaş-Özlüce Köyü) KARA MEHMET AĞA MÜFREZESİ:
Naili Hürriyet’ten Kara Mehmet Ağa. Şehit olunca yerine aynı köyden Baki Efendi.
10) KARAYAYLAMÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Kıdemli Astsubay Zekeriya Karayaylalı.
11) KAMBERHÜYÜKLÜ VEYSEL ÇAVUŞ MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Kamberhüyüklü Veysel Çavuş.
12) EMİNLİK’TEN MOLLA NASUH MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Eminlik’ten Molla Nasuh.
13) Daha sonra Mersinli Yedek Teğmen Hilmi Gök komutasında bir bölük kuruldu.
Tarsus-Adana yolunun güneyindeki müfrezeleri ise şöyle sıralayabiliriz:
1) EFELER MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Öğretmen, Yedek Teğmen Rıfat Sakallı.
2) KARAFAKİ-ARSLANYÜREK MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanları: Yedek Teğmen İbrahim (Serin), Karafıkılı Yahya.
3) BERDAN MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Yarsuvarlı Duran Efendi. Sonradan Esat (Erdiş) Çavuş.
4) KARACAASLAN MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Kara Mehmet oğlu Mustafa (Karacaslan). Takım Komutanı Yedek Teğmen Kayıkçı oğlu Lütfi (Arman).
5) URFALI MEHMET MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Urfalı Mehmet.
6) POZÇALILI DELİ MEHMET MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Pozçalılı Deli Mehmet.
7) KÜÇÜK KARAYAYLALI İNAD ALİ MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Karayaylalı İnad Ali.
8) SELİM ÇAVUŞ MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Selim (Özışık).
9) MÜDAFAAİ VATAN MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Zeki Baltalı (Cemil Cahit).
10) KUMDERE MÜFREZESİ:
Müfreze Komutanı: Mehmet Ağa
Kavaklıhan Grubu’nun silah mevcudu 500 ile 800 arsında değişiyordu. Müfrezelerin birkaç tanesi hariç, diğerleri 10-20 silahı bulunan küçük birlikler halindeydi.
ÇUKUROVA CEPHESİ İKİ BÖLGEYE AYRILDI
08 HAZİRAN 1920
1920 yılının Haziran ayı başında 41. Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Mehmet Hayri Bey Güney Cephesi’ni denetledi. Mut, Silifke istikametinden Mersin bölgesine gelen Mehmet Hayri Bey’in yanında, 139. Alay Komutanı Yarbay Şemsettin (Salur), Tümen Mülhakı Yüzbaşı Hüseyin, Tümen Yaveri Teğmen Nazmi, Alay Yaveri Teğmen Kemal (Albay Kemal Ağralı), Topçu Komutanı Binbaşı İsmail Ferahim (Şalvuz) Beyler vardı. Mersin bölgesindeki grup ve müfrezeleri teftiş etti. Mehmet Hayri Bey, Mersin ve Tarsus grup ve müfrezelerinin intizam ve çalışmalarından ve memleketi kurtarmak azimlerinden çok memnun kaldı.
08 Haziran 1920 tarihinde Yanpar köyünde yapılan toplantıda genel durum görüşüldü. Müdafaai Hukuk teşkilatının müfrezelerin iaşe ve ikmal işleri hakkında gösterdikleri gayret ve çalışmaları takdire değer bulundu.
41’inci Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Mehmet Hayri Bey ve beraberindekiler cephenin genel durumu hakkında teferruatlı bir bilgi aldılar. Daha sonra Güney Cephesi teşkilatının yapısı görüşüldü ve cephe yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeye göre Güney Cephesi ikiye ayrıldı.
1-Adana Sağ Cenah Mıntıkası: Alata çayından başlayıp Tarsus (Berdan) çayına kadar uzanan arazi “Adana Sağ Cenah Mıntakası” adını aldı. Bu bölgenin komutanlığına 139’uncu Alay Komutanı Yarbay Şemsettin (Salur) Bey getirildi.
2-Adana Sol Cenah Mıntakası: Tarsus (Berdan) çayından Seyhan ırmağına kadar uzanan arazi “Adana Sol Cenah Mıntakası” adını aldı. Komutanlığına Jandarma Yüzbaşısı Ali Ratip (Sinan Tekelioğlu) Bey getirildi.
FETHİ VE FEVZİ KARDEŞLER
Fransızlar, sömürge siyasetini uygularken, kendi menfaatlerine uygun davranan kişilere görev veriyorlardı. Görev verilen kişilerin çoğunluğu Ermeni’ydi. İkinci sırada yabancı asıllı Osmanlı vatandaşları vardı. Geriye kalanları da yerli halkın arasından buluyorlardı. Fransızlar bunlara para, iş, rütbe ve mevki vererek, bilgi toplama işlerinde ve memuriyette kullanıyorlardı. Bunlardan ikisi, Cezayir asıllı Fethi ve Fevzi adlı kardeşlerdi.
Fethi, Türk ordusunda muvazzaf subaydı. 1918 yılının sonunda Osmanlı ordusu Çukurova’yı boşaltırken, Fethi Tarsus’ta kaldı. Fransız işgalinden sonra Guvernörlük baştercümanlığı görevine tayin edildi.
Fethi’nin kardeşi Fevzi ise Adana’da açılan jandarma okulunda stajını tamamladı. Tarsus Merkez Takım Komutanı Lütfi (Oğuzcan) Bey, Elvanlı’ya Nahiye Müdürü olarak atanmıştı. Ondan boşalan göreve, stajını tamamlayan Fevzi Üsteğmenlik rütbesiyle Tarsus Jandarma Bölüğü Merkez Takım Komutanlığı’na atandı.
Bu iki kardeş Tarsus’ta evlendiler. Fethi koyu bir Fransız taraftarı olmuştu. Bunu çevresine gösterebilmek, karşıya kabul ettirebilmek için her fırsatı değerlendirmek istiyordu. Bunun için sürekli Türklere ve Türklüğe hakaret ediyordu. Fevzi ise daha makul görünüyordu.
FEVZİ’NİN BAYRAK OLAYI
Tarsus jandarmasında gönüllü olarak bulunan Fuat Çavuş, Hacı Emin (Talas) ve Abdurrezak (Kıral) jandarma deposunda bir Türk bayrağı buldular. Bayrağın tozunu alıp temizlerken, Fevzi depoya girdi. Gönüllü jandarmaları gördü. Ne yaptıklarını sordu. Tarsus jandarma teşkilatında gönüllü bulunan Fuat Çavuş, Hacı Emin (Talas) ve Abdurrezak (Kıral), Fevzi’yi kendilerine yakın hissettikleri için hiç tereddüt etmeden bir Türk bayrağı bulduklarını ve onu temizlediklerini söylediler.
Fevzi, hiç ummadıkları ve beklemedikleri bir tepki gösterdi. Adeta çileden çıkarak bağırdı:
-Bu paçavraya hâlâ mı itibar ediyorsunuz? Siz bugün bir büyük devletin himayesinde bulunuyorsunuz. Buna memnun olup şükredeceğiniz yerde nankörlük ediyorsunuz.
Fevzi, bu jandarmaların elindeki Türk bayrağını alıp yırttı. Çizmelerini sildirdi.
3 Türk jandarması, Fevzi’nin bu hareketi karşısında şaşırdılar. Ondan böyle bir davranış beklemedikleri için büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar. Orada kendilerini zor tuttular. Tahammül edemedikleri bu olayı gözyaşları içinde takım Başçavuşu Hilmi Efendi’ye anlattılar. Başçavuş Hilmi Efendi, 3 jandarmayı yanına alarak Guvernör Kostilyer’in yanına gitti. Olayı anlatarak Fevzi’yi şikâyet etti. Guvernör Kostilyer, Türk jandarmalarını dinledikten sonra Fevzi’yi çağırdı ve onu da dinledi. Kostilyer Fevzi’yi, bu davranışından dolayı takdir etti. Olay da kapanmış oldu.
FEVZİ MÜFREZELERE YAKALANDI
1920 yılının ilk aylarıydı. Kuvayi Milliye yeni yeni teşkilatlanıyordu. Bu tarihte Karadiken nahiye idi. Burada bir jandarma karakolu vardı. Karakolun takım komutanı Ermeni asıllı Teğmen Setrak idi. Kuvayi Milliye bu çevrede günden güne kuvvetlendiği için Setrak korkuyordu. Bir gün korkuyla beklediği haberi getirdiler. Karadiken millî kuvvetler tarafından basılacaktı. Haberi alır almaz endişeye kapıldı. O korkuyla Tarsus’a kaçtı. Karadiken’deki jandarmalar da başlarında Fuat Çavuş ile Kuvayi Milliye’ye katılmak üzere Gözne’ye geldiler.
Fuat Çavuş, Gözne’den Tarsus’a, Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey’e bir rapor gönderdi. Raporda, jandarmalarla beraber Gözne’ye geldiklerini, Gözne’ye kadar hiçbir çeteye rastlamadıklarını bildirdi. Bu haber, Guvernör Kostilyer’i sevindirdi. Hemen Takım Komutanı Fevzi’yi Gözne’ye gönderdi. Fevzi Gözne’ye gidip çeteler hakkında daha geniş bilgi alacak; onlarla karşılaştığı takdirde çeteleri imha edecekti. Fevzi, yanına aldığı jandarmalarla Karadiken üzerinden Gözne’ye hareket etti.
Bu haber Tarsus’ta duyuldu. Fevzi’nin Kuvayi Milliye üzerine gittiğini Kara Mehmet oğlu Hafız Mehmet Bey haber aldı. Hafız Mehmet Bey, Tarsus’ta bulunduğu sıralarda ve sonradan Kuvayi Milliye’ye geçtikten sonra büyük hizmetleri oldu. Fevzi, yanındaki jandarmalarla Tarsus’tan ayrılınca, Hafız Mehmet Bey de, akrabası Yanparlı Hüseyin Efendi’ye haber gönderdi. Durum, o günlerde Belenkeşlik’te müfrezesini kuran Yedek Üsteğmen Osman Koçaşoğlu’na bildirildi. Osman Koçaşoğlu’nun Alsancak Müfrezesi, Fevzi’yi pusuya düşürmek için uygun yere tertibat aldı.
Fevzi ve yanındaki jandarmalar, karşı hazırlıklardan habersiz olarak Gözne’ye ilerlediler. Musalı köyünü geçip, Sarınç mevkiine geldiği sırada birden önüne eski jandarmaları çıktı. Fevzi, eski jandarma erlerini karşısında görünce, yorgunluğunu unuttu:
“Aferin! Jandarma dediğin böyle olmalı...” dedi.
Ama devamını getiremedi. Bayrak olayını unutamayan, içinde bir acı olarak taşıyan jandarma eri Hacı Emin (Talas), Fevzi’nin atının gemine sarılarak onu aşağı indirdi. Belindeki tabancasını aldı ve kolundaki yeşil Fransız apoletlerini söktü:
“Burası Fransızların idaresinde değil, Kuvayi Milliye’nin emrindedir. Senden Türk bayrağını yırtıp çizmelerini sildiğinin hesabını soracağız.”
Fevzi, eski jandarma erlerinin kendi yanında olmadıklarını, Kuvayi Milliye tarafında olduklarını anladı. Silahı belinden alınınca soğuk terler döktü. Zor durumda olduğunu kavrar. Daha önce kendi emrinde olan jandarmalara karşı alttan alıp pek çok vaatte bulundu. Fevzi, komutan olduğunu unutup canını kurtarmanın çarelerini aradı. Kendisinin de Müslüman olduğunu, Fransızların baskısıyla böyle davrandığını, millî kuvvetler taraftarı olduğunu söyledi. Ama onları ikna edemedi ve tutuklanarak Belenkeşlik’e getirildi. Buradan da karargâhı Lamas’ta bulunan Fedai Müfrezeler Komutanlığı emrine gönderildi.
FEVZİ KURŞUNA DİZİLDİ
Tarsus Jandarma Takım Komutanı Cezayir asıllı Fevzi canını kurtarmak için yalvar yakar oldu. Buradan kaçmayacağını, Kuvayi Milliye’ye canla başla hizmet edeceğini ve buna benzer vaatlerde bulundu. Bin bir yemin ile güven sağlamak istedi. Kendisini Lamas’a götüren jandarmaları etkilemeye çalıştı. Kafile, geceyi Küçük Fındıkpınar’da geçirdi. Gece, jandarmalar uykudayken bir fırsatı değerlendirmek istedi. İç çamaşırlarıyla kaçmaya çalıştı. Karayakup Muhtarı Süleyman Efendi, Fevzi’nin peşine gönderildi. Kestirme yollardan giden Süleyman Efendi, Fevzi’yi, Mersin’e yaklaştığı sırada yakaladı ve tekrar jandarmalara teslim etti.
Fevzi’yi teslim alan jandarmalar, Abdurrezak (Kıral)’ın başkanlığında, Hacı Emin (Talas), Durmuş (Köksal) ve Hüseyin (Tümer)’den oluşan bir Harp Divanı kurdular. Sanık Fevzi’yi muhakeme ettiler. Sonunda:
1) Türk bayrağını parçalama ve hakaret etmesinden;
2) Yeminle söz verdiği ve subay olduğu halde düşmana kaçmasından suçlu görülerek idamına karar verildi. Mahkemeden sonra da kurşuna dizildi.
FRANSIZLAR FEVZİ’Yİ ARIYOR
Fransızlar, Gözne üzerine gönderdikleri Fevzi’den haber alamayınca merak ettiler. Bölgedeki birliklere sordular. Mersin çevresinden bir haber alamayınca, Silifke Askerlik Şubesi Başkanı ve 4’üncü Mıntıka Komutanı Binbaşı Emin (Mengenli) Bey’den bilgi istediler. O da Emin Arslan Bey’e sordu. Fedai Müfrezeler Komutanı milis Yüzbaşı Emin Arslan (Karakaş) Bey, aşağıdaki raporu gönderdi:
“Tarsus jandarma subaylarından ve Fransız uyruklu Fevzi Efendi, müfrezelerim tarafından esir alınmamıştır. Belenkeşlik civarında millî kuvvetlere tesadüf ediyorlar ve: “İşte eşkıyalar, ateş açın!..” diyor. Ateş açılıyor. Fakat karşı tarafın eşkıya değil, millî kuvvetler olduğunu anlayan Tarsus jandarması, ateşi kesiyor. Fevzi Efendi bu karışıklıktan faydalanarak Tarsus’a doğru firar ediyor. Elde edilen bilgi budur...”
III. BÖLÜM
TARSUS CEPHESİNDEKİ SAVAŞLAR
TARSUS CEPHESİNDEKİ SAVAŞLAR
Batı’da Mersin’den, doğuda Urfa’ya kadar, kuzeyde Pozantı’dan başlayıp güneyde Antep’e kadar uzanan çok geniş bir alan İngiliz işgalinde iken Fransızlara bırakıldı. Bu iki devletin kendi aralarındaki gizli antlaşmaların gün ışığına çıkması sonucu bereketli Çukurova ile Suriye topraklarının Fransızlara bırakılması karşılığında, İngilizler Irak ve Arabistan topraklarındaki petrollerin sahibi oldular. İngilizler bir yıla yakın ellerinde bulundurduğu bu topraklarda şunu gördü: Bu bölgelerin insanları, sıcakkanlı, sessiz, tepkisiz gibi görünseler de burada çok çetin mücadeleler yaşanacaktır. Türk’ün karakter yapısı buna müsait. Hâlbuki aşağı bölgelerde, karşı koyma hareketi olmaz, orada daha rahat olurlar. Ayrıca oradaki petrol, buralardaki görülen zenginliklerden kat kat daha fazla zenginlik getirecektir. İngilizler, burada halkla iyi geçindi. İşgal ettiği bir yıl boyunca fazla bir olaya sebep olmadılar ve başlarını ağrıtmadan (!) ayrıldılar.
Bu bölgeye sahip olmak için oldukça hevesli olan Fransızlarla İngilizlerin anlaşmaları zor olmadı. Bölge Fransız işgaline geçince, olaylar çoğaldı; hırsızlık, cinayet, yağma olayları alabildiğince arttı. Halkın huzuru, emniyeti kalmadı. İşgalci Fransız yönetiminin özellikle ordusunda bulunan Ermeni lejyonu ile sonradan bu bölgeye göç eden Ermenilere fazla yüz vermesi, bu olayların çoğalmasına sebep olmuştur.
İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra işgale başladıkları için, bölgenin sessizliği normaldir. Çünkü savaştan yeni çıkan halk, büyük bir şaşkınlık içindeydi. İnsanlarımız savaşı kaybettiğimiz için büyük bir çöküntü yaşamaktaydılar. Millet kendisini sahipsiz hissediyordu. Millet ne yapacağını bilemez halde, kararsız, umutsuz ve bezgin bir şekilde kaderini bekliyordu. İşgali benimsemediği halde nasıl karşılık vereceğini bilemiyordu.
15 ve 19 Mayıs 1919 tarihleri önemli birer dönüm noktalarıdır. İzmir’in işgali, işgal altındaki bölgelerde dahi büyük tepkiyle karşılaştı. Millet, İstanbul Hükûmeti’nin bırakınız yapsınlar, protesto ediniz nasihatlerinden bir şey çıkmayacağını anlamış, kendi başının çaresine kendisinin bakacağını kavramıştı. Böylece vatanın her köşesindeki en küçük yerleşim yerlerine kadar, insanlarımız vatan savunması için ant içtiler. Herkes kendi bölgesinde silaha sarılmak, düşmanla mücadele etmek için gizli ve açık teşkilatlar kurmak, Kuvayi Milliye olarak adlandırılan milis kuvvetler hazırlamak amacıyla hazırlığa başladılar.
Fansızlar güneyde yönetimi devraldıkları zaman, teşkilatların kurulma safhası başlamıştı. Bir de, Fransızlar halka çok acımasız ve kötü davranmışlardır. Bunda, Ermenilere ve Rumlara fazlaca yüz vermelerinden kaynaklanmıştır.
Bölgemizdeki Kuvayi Milliye mücadelesinin önemli bir safhasını teşkil eden savaşları şöyle sıralayabiliriz:
1) I. Kavaklıhan Savaşı.
2) I.Eshab-ı Kehf Savaşı.
3) II. Kavaklıhan Savaşı.
4) Ballıca Savaşı.
5) Karboğazı Savaşı.
6) 20 Günlük Ateşkes.
7) I. Hacı Talip Savaşı.
8) Bağlar Savaşı.
9) Rasim Bey Fabrikası Baskını.
10) II. Hacı Talip Savaşı.
11) Kamberhüyüğü Savaşı.
12) II. Eshab-ı Kehf Savaşı.
13) Fadıl Savaşı.
14) Karadiken Savaşı.
15) III. Eshab-ı Kehf Savaşı.
TARSUS’TA YAPILAN SAVAŞLAR
TARSUS-POZANTI ARASINDAKİ DURUM
Fransızlar 23 Aralık 1919 tarihinde Pozantı’yı işgal ettikten sonra bütün bu bölgeyi kontrol altına almışlardı. Tarsus-Pozantı arasındaki karayolu ile Yenice-Pozantı arasındaki demiryolu üzerinde jandarma karakolları bulunuyordu. Bu karakollarda Türk jandarmalar görev yapıyordu. Fransızlar, Toroslardaki bu geniş araziyi, bu Türk jandarmalarının görev yaptığı karakollar sayesinde denetliyordu.
Millî müfrezelerin kurulmasından sonra, “çete”lerimiz ile Fransız ve Ermeniler arasındaki silahlı mücadele başladı. Bu ortamda saflar belirlendi. Vatansever insanlarımızın kahramanca yaptığı mücadeleler karşısında, karakollardaki bütün jandarmalar müfrezelere katıldılar. Böylece bir anda Tarsus-Pozantı arasındaki bölge millî müfrezelerimizin kontrolüne girdi. Bütün karakollar ve Fransızların elindeki bütün önemli noktalar Kuvayi Milliye’nin eline geçti. Durum böyle olunca, Fransızların işgalindeki Pozantı’da bulunan Binbaşı Mesnil komutasındaki takviyeli Fransız taburu, Türklerin çemberine düşmüş oldu.
Fransızlar, Binbaşı Mesnil’in konumunun ne kadar önemli ve tehlikeli olduğunu fark edince harekete geçtiler. Pozantı’da işgalci iken, Türk çemberinde işgal altında kalan Mesnil ve komutasındaki taburu kurtarma çarelerini araştırdılar. Adana’dan her gün uçak kaldırdılar. Ana yolu takip ederek Pozantı’ya kadar gidip geliyor, ellerinden çıkan bu bölgede keşif uçuşu yapıyorlardı. Millî müfrezelerimizin hareketlerini takip edip, Mesnil’in durumunu kontrol altında bulunduruyorlardı.
Binbaşı Mesnil, başarılı bir Fransız komutanıydı. Birinci Dünya Savaşı’nda Vardün Kalesi savunmasında bir bacağını kaybetmişti. Binbaşı Mesnil ve taburu, sağlam siperler arkasında inatla kendilerini savunuyordu. Fransız taburu 100’den fazla askeriyle Pozantı’dan çıkamıyordu. Adana’dan ve Tarsus’tan gelecek kuvvetlerin bir gün gelip kendilerini bu çemberden kurtaracağına inanıyorlardı. Kilikya İşgal Komutanı Dufyo da Mesnil’i kurtarmak için her fedakârlığı yapmaya hazırdı.
Pozantı’ya giden tek yol Gülek Boğazı’ndan geçiyordu. Boğaz’ın girişi ise Kavaklıhan’dı. Kavaklıhan geçilmezse, Gülek Boğazı’na girilemezdi. Bu yol, bir nevi “mecburiyet yolu” şeklindedir. Bu özellikleriyle Kavaklıhan çok önemli bir mevkidir. Burasının önemini Fransızlar da, Türkler de biliyorlardı.
General Dufieux (Dufyo), uçakların verdiği raporları dikkatlice inceledi. Ayrıca o bölgeyi bilen kişileri dinledi. General, işlerinin hayli zor olduğunu anladı. Ama bu harekâtı da mutlaka yapmalıydı. Edindiği bilgiler ışığında tedbirleri aldı, hazırlıklarını yaptı.
1-) I. KAVAKLIHAN SAVAŞI: 15-17 Nisan 1920:
Fransız İşgal Komutanı General Dufieux (Dufyo), Binbaşı Mesnil’i ve taburunu kurtarmaya karar vermişti. Onu düşündüren, Torosların sarp yamaçları, geçit vermez dağlar arasından ilerleyerek Kavaklıhan’a ulaşmanın zorluğuydu. Bundan daha zoru Gülek Boğazı’ndan geçmekti. Bunun için de uçakların keşif noktalarına önem veriyordu.
General Dufieux (Dufyo), ağır ve otomatik silahlarla donatılmış iki tabur, bir süvari bölüğü ve iki bataryadan meydana gelen kuvvetli bir müfrezeyi 05 Nisan 1920 günü Adana’dan harekete geçirdi. Amaçları keşif taarruzu yapmaktı. Uçaktan görünemeyen ama bu bölgede saklanan Türklerin durumunu öğrenecek, Pozantı’ya doğru ilerleyeceklerdi. Yola çıkarttıkları kuvvet, bu bölgede toplanan “çete”lerimizi yok edebilecek güçteydi. Öncelikli hedef Pozantı olmakla beraber, Fransız kuvvetleri gidebilecekleri yere kadar gitmek düşüncesindeydiler.
Fransız birliği 13 Nisan 1920 sabahı Tarsus’tan iki kol halinde hareket ettiler. Biri Ebülhadi, diğeri anayol üzerindeki Kürt Musa (Özbek) köyleri üzerinden ilerlediler.
Fransız birliği Adana ve Tarsus’tan çıkarken, gizli teşkilatlar durumu çetelere bildirdiler. Fransızlar Tarsus’u çıkar çıkmaz millî müfrezelerimizin öncü kuvvetleri karşıladı. Sayıları çok az olduğu için kalabalık düşman grubuyla baş edemezlerdi. Öncü kuvvet, düşmanı mümkün olduğu kadar oyalayacaktı. Fransızlar, yapılan çatışmalardan sonra ilerlemeye devam etti. Çetelerin öncü grubu da geri çekildi. Bu küçük başarı Fransızları sevindirdi. Önlerine çıkan Kayadibi, Özbek, Çamtepe, Bayramlı köylerini işgal ettiler. Öncü çete birliğini aradılar. Bulamayınca köylülere işkence yaptılar. Bu köyleri yaktılar. Geceyi de bu bölgede geçirdiler. Sabahın erken saatlerinde yola çıkan Fransızlar, Pozantı’ya ulaşmak için kararlı bir şekilde yola koyuldular. Dünkü başarı morallerini yükseltmişti. Hem silah ve sayı bakımından da fazlaydılar. Havadan da destekli oldukları için, Pozantı’ya ulaşmak çok zor olmamalıydı. Fransızlar yine iki koldan ilerlemeye devam ettiler. Birinci kol kuvvetleri Kusun Deresi Boğazı’ndan, ikinci kol ise anayol üzerinden gidiyordu. Fransızlar her kayanın arkasında, her ağacın gölgesinde bir Türk mücahidi çıkabilir endişesiyle sağa sola ateş ediyorlardı. Durup durup top ateşi yapıyorlardı. Cephaneleri bol olduğu için rasgele mermi harcıyorlardı.
Bir gün önceki kolay başarı gibi, bu gün de karşılarına kimse çıkmayınca, Fransızlar, Türklerin korkup kaçtığına hükmedeceklerdi. Öyleyse bu iş korktukları kadar zor olmayacaktı. Fransız kuvvetleri bu hayallerle ilerlerken, Karayayla, Yeniköy ve Kuşutaşı (Kurbanlı) köyleri hattına kadar ilerlemişlerdi. Bu bölgede mevzilenen millî müfrezelerimizin ateş hattına girmişlerdi. Pozantı hayaline kapılan Fransızlar, millî müfrezelerimizin yaylım ateşiyle kendilerine geldiler.
Fransız Taburu’nu karşılayan birliklerin toplamı 200 kişiden fazla değildi. Bu savaşa Kavaklıhan Grubu müfrezelerinin tamamı katıldı.
Fransızlar, üstün kuvvetlerle taarruz etmelerine rağmen bu hattan bir adım ileri gidemediler. Akşam olunca, millî birlikler Karadağ, Kavaklıhan, Cırbıklar sırtlarına çekildiler. Gece yarısı, çok iyi bildikleri arazi üzerinde yeniden düşmana yaklaştılar. 15 Nisan 1920 sabahı muharebeler tekrar başladı.
Düşman top, makineli tüfek ve modern silahlarıyla saldırıyorlardı. Top sesleri sarp yamaçlarda yankılanıyordu. Silah seslerini duyan çevredeki köylüler savaş alanının etrafındaki dağlarda yerlerini aldılar. Ellerindeki kazma, kürek sapları, odun parçaları ile savaşa katıldılar. “Allah, Allah” sesleri ortalığı çınlatıyordu. Bu durum, çetelerin de moralini yükseltti. Uçaktan durumu görenler, Türklerin sayısının bir anda arttığını, eli silahlı yüzlerce milisin katıldığını rapor ettiler. İki gündür geldikleri noktada bekleyen düşman, bir adım ilerleyememenin sıkıntısını yaşarken, uçaklardan gelen raporlarla iyice bunaldılar. Moralleri tamamen bozuldu.
Fransız komutan, çembere alınmak korkusuyla, topçulara, tüfek patlayan her noktaya ve diğer yerlere ateş etmeleri için emir verdi. Uçaklar da görüp görmedikleri her noktaya otomatik silahlarla Türklerin üzerine kurşun yağdırmaya başladılar.
Fransız birliklerinin bir kolu Kusun Deresi Boğazı’nı tuttu. Anayolu takip eden birlikleri ise ileri hatta geçmek istediler. Düşman bütün ağırlığını bu taarruza verdi. Bu saldırıyla ileri gidebilirlerdi. Yoksa yine aynı noktada kalacaklardı. Belki de geri çekileceklerdi. Bütün güçleriyle saldırıya geçtiler.
Bu hareket esnasında, öyle bir an oldu ki, düşman, makineli tüfek himayesinde saldırsalar birliklerimiz çok zor durumda kalacaklardı. Bunu fark eden Cemal Efe, müfrezesiyle birlikte derhal düşmanın sağ tarafına gizlice kaydı. Fransızların hiç beklemediği bir anda isabetli atışlarla ağır kayıplar verdirdi. Düşmanın makineli tüfek kullanmasına fırsat vermedi. Bu sırada yardıma gelen Doruk Müfreze Komutanı Kethüda oğlu İbrahim ve Besim Albayoğlu da düşmanın diğer yanında hücuma geçti. Fransızlar iki yan ateşi arasında kalınca şaşırdılar, paniğe kapıldılar. Canlarını kurtarmanın derdine düştüler. Bu beklenmedik çapraz ateş karşısında Fransız topçuları da canlarının derdine düşmüştü. Toplarıyla birlikte tepenin arkasına kaçtılar.
Fransız piyadesi ile baş başa kalan kuvvetlerimiz hiçbir fırsatı kaçırmadan yer değiştirmek suretiyle beklenmeyen yerlerden Fransızların üzerlerine atladılar. Fransızlar ise mevcut bütün kuvvetlerini ileri sürmesine rağmen çetelerimizi yıldıramadılar. Çarpışma uzadıkça, bizim moralimiz artıyor, Fransızların ki ise bozuluyordu. Düşman daha fazla dayanamadı. Her geçen saatin zararlarına olduğunu gördüler ve ümitlerini kaybettiler. Bu durumda yapılması gerekeni yapmakta gecikmediler: Kaçtılar. Millî Müfrezelerimizi durdurmak, takip edilmemek için makineli birliklerini geride bırakıp Tarsus’a geri çekildiler. Millî müfrezelerimiz ise iyice coşmuştu. Kaçan düşmanı Tarsus yakınlarına kadar kovaladılar.
Böylece Kuvayi Milliye’nin başarısıyla savaş sona erdi. İnsan kaybımız az değildi. Ama Fransızların kaybı, bize oranla çok daha fazlaydı. Bu savaşta 2 ağır, 4 hafif makineli tüfek, pek çok tüfek, cephane ve malzeme ele geçirildi. Bu savaş, Kavaklıhan Grubu’nda yapılan ilk savaştır.
2-) ESHAB-I KEHF SAVAŞI - 19 Nisan 1920:
Kuran-ı Kerim’de bahsolunan kutsal mekân Eshab-ı Kehf, Tarsus’un 10 km kuzeybatısındadır. Her ne kadar başka yerlerde de “Eshab-ı Kehf buradadır” deseler de, bazı işaretler, bu kutsal mekânın, mağaranın Tarsus’ta olduğunu göstermektedir. Bunu yüzyıllar öncesinden Evliya Çelebi de “Seyahatname”sinde açıklamıştır. İşte bu gerçek Eshab-ı Kehf mağarasının bulunduğu mıntıkada yapılan savaşa “Eshab-ı Kehf Savaşı” denilmiştir. Aynı yerde üç savaş yapılmıştır. Bu sebeple 19 Nisan 1920 tarihinde yapılan savaş “Birinci Eshab-ı Kehf Savaşı” adıyla anılmıştır.
Fransızlar, Tarsus’ta ve Mersin’de Kuvayi Milliye birliklerine karşı saldırılara başlayıp, onları sindirmek ve yok etmek istiyorlardı. Bunun için her iki cephede de millî müfrezeler üzerine asker gönderdiler. Mersin cephesinde İkinci Su Bendi Savaşı yapılırken, Tarsus cephesinde de Birinci Eshab-ı Kehf Savaşı yapıldı.
O günün şartlarında son sistem silah ve araçlar ile donatılmış 300 kişilik Fransız birliği 17 Nisan 1920 günü Tarsus’tan hareket ederek Eshab-ı Kehf dağı eteklerine kadar geldiler. Fransız birliğinin geleceğinden haberdar olan Tozkoparan Müfrezesi, onları Sucular civarında karşıladı.
Tozkoparan Müfrezesi, Tarsus’ta kurulan ilk müfrezelerden biridir. Naif Efe namıyla anılan öğretmen, Yedek Üsteğmen Veli Haşim (Çiftçi) tarafından kurulmuştur. Veli Haşim Bey Musalı köyünde doğdu. Asıl mesleği öğretmenlik ve çiftçiliktir. 1928 yılında Mersin’de vefat etti.
Veli Haşim Bey, Fransız birliğinin geleceğini önceden biliyordu. Tarsus’taki gizli millî teşkilat, Fransız birliğinin hazırlığından ve Ulaş yönüne yaptığı hareketinden Tozkoparan Müfrezesi’ni haberdar ediyordu. Bu sebeple Sucular köyü civarında tertibat aldı. Veli Haşim Bey, düşmanın geliş yönünde, yaklaşık 70 kişilik çete müfrezesini en uygun yerde yerleştirdi.
Savaş şiddetli bir şekilde iki gün devam etti. Fransız kuvvetlerindeki modern silahlara karşı derme çatma silahlarla mücadele edildi. Tozkoparan Müfrezesi kahramanca savaşarak Fransız birliğine ağır kayıplar verdirdi. Fransızlar, sayı ve silah üstünlüğüne rağmen bir adım ilerleyemediler. İşte bu ortamda, Su Bendi Savaşı’nı yapan Alsancak Müfrezesi Komutanı Osman Muzaffer (Koşaşoğlu) Bey, Veli Haşim Bey’den silah ve cephane göndermesini istedi. Veli Haşim Bey, Osman Muzaffer Bey’e bir mektup ile 2 sandık Rus yapısı mermi ve cephanesiyle birlikte 10 tane Karamartini gönderdi. Veli Haşim Bey’in mektubu şöyledir:
“Osman Muzaffer Bey,
Eshab-ı Kehf’de savaş ediyorum. Savaşın durumu lehimizde. Sağımızdan gelecek düşmanı tevkif et. Sana iki sandık Rus mermisiyle 10 Karamartin ve cephanesi gönderilmiş, mümkün ise bana takviye (yardımcı kuvvet) gönder.
19 Nisan 1920
Veli Haşim.”
Veli Haşim Bey’in, Osman Muzaffer Bey’den yardım istemesinin sebebi, bir adım dahi ilerleyemeyen Fransızları etkisiz hale getirmek, hatta esir almak istiyordu. Ancak yardım gelmedi. Yahut yardım gelmeden, iki günlük savaş sonunda hiçbir varlık gösteremeyen Fransızlar, savaştan ümitlerini kestikleri için geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu savaşta Tozkoparan Müfrezesi 3 yaralı verdi.
Tarsus Grubu’nun bu ilk savaşında, Fransızlar sayı ve silah üstünlüklerini kullanamadılar. Hiçbir varlık gösterememeleri, Fransız ve Ermeni çevrelerinde şaşkınlık yarattı.
Düşmanın büyük kayıplar vererek Eshab-ı Kehf dağından kaçmaları, gerek millî müfrezeler arasında, gerekse Tarsus’taki halk arasında büyük sevinçlere sebep oldu. Bu savaştaki başarı halkın moralini yükseltti. Diğer müfrezelerin de bir an önce kurulmasında çok etkili oldu.
3-) II. KAVAKLIHAN SAVAŞI: 17-20 Mayıs 1920.
Fransızlar, Pozantı’ya ulaşmak, Binbaşı Mesnil ve emrindeki taburu kurtarmak amacıyla bir hafta önce şanslarını denemişlerdi. Yarı yola ulaşmadan Kavaklıhan mevkiinde, millî müfrezelerimizin kahramanca savunması karşısında bir adım ilerleyememişlerdi. Büyük kayıplar vererek geri dönmek zorunda kalmışlardı. Fransızlar, ilk denemede başarısız olunca, Pozantı’ya gitmekten vazgeçmemişlerdi. Kendi aralarında yaptıkları değerlendirmede eksiklerini, hatalarını ortaya koydular. Kısa sürede hazırlıklarını tamamladılar. Adana’dan Tarsus’a tank getirdiler.
Kavaklıhan mevkiindeki millî müfrezelerimiz, kısa sürede ikinci bir saldırı bekledikleri için yerlerinden ayrılmamışlardı. Buradan ayrılıp, tekrar geri gelmek zor olacağı için Kavaklıhan’da kaldılar. Çevredeki köylerin misafiri oldular.
İşte bu günlerde Adana ve Tarsus’taki gizli teşkilatlardan haber geldi. Müfrezelerimiz tahminlerinde yanılmamışlardı. Fransızlar tekrar geliyorlardı. İçlerinden pek çoğu, “iyi ki ayrılmadık” dediler. Adana gizli teşkilatından gelen haberde, düşmanın büyük bir hazırlık içinde olduğu, şehirlerde arabalar, köylerde hayvan topladığı ve tank destekli yola çıkacağı bildirilmişti. Tarsus gizli cemiyeti ise havadan uçaklarla, tank ve makineli tüfeklerle kalabalık bir Fransız birliğinin Tarsus’tan hareket ettiğini bildirdi. Bunlar, birinciden daha kalabalık ve tankları vardı. Bu haberler, Pozantı’yı kuşatan 2’nci Tümen Komutanı Yarbay Arif Bey’e ve Kilikya Batı Cephesi Komutanı Sinan Tekelioğlu (Yüzbaşı Ali Ratip) Bey’e de ulaştı. Yarbay Arif Bey, Fransızların bu kadar hazırlığı Pozantı’ya gelmek için yaptıklarını biliyordu. Bu sebeple Mesnil Taburu’nu teslim olmaları için daha fazla zorlamaya başladı. Bölge Komutanı Sinan Tekelioğlu, bütün gruplara verdiği emirde, bu savaşa hazır olmalarını bildirdi. Kavaklıhan Grubu Komutanı Cemal Efe’ye de Pozantı yolu üzerinde tank tuzakları, barikatlar ve sahte hedefler kurmasını istedi. Cemal Efe, istihkâm subayı olduğu için bunları gayet iyi biliyordu.
Tanklar bu mevsimde Kusun Deresi’ni geçemeyecekleri için anayoldan gelmeleri gerekiyordu. Cemal Efe bunu hesap ederek, Kavaklıhan’ın 1 km uzağında, iki tarafı uçurumlu anayolun birkaç yerinde derin çukurlar açtırdı. Açılan çukurları üzerlerini kapattırdı. Çetelerimiz, uygun mevzilere yerleştiler.
Fransızlar 17 Mayıs 1920 günü Albay Grasi komutasında tank, zırhlı otomobil ve toplarla desteklenmiş büyük bir kuvvetle Yenice ve Tarsus’tan geçerek Özbek, Karayayla, Kavaklıhan istikametinde harekâtı başlattılar.
Sinan Tekelioğlu karargâhını İncirgediği köyüne yerleştirdi. Kendisi bir top, 2 makineli tüfek ve yedek süvari, piyade müfrezeleriyle cepheye hareket etti.
Kavaklıhan mevkiindeki millî müfrezeler hazırlıklarını yaptılar. Fransızları beklemeye başladılar.
Çok geçmeden Fransızlar kalabalık bir grup halinde geldikleri görüldü. Ağır ağır virajları dönüyorlardı. Kafile beklenen noktaya geldi. İlk önce otomobil gibi görünen tanklar, açılan çukura doğru yanaştı. Topçular, toplarını Çamtepe sırtlarına yerleştirip mevzi aldılar. Aynı anda beş uçak Türklerin üzerinde dolaşıyordu. Nerede bir hareket, karaltı veya gölge görse makineli tüfek kurşun yağdırıyordu. Tanklar ilk çukura yaklaşınca durdular. İçlerinden bir tanesi, geri dönüp tepe arkasındaki piyadeleri durumdan haberdar etti. Bir bölük düşman piyadesi çukura geldi ve burada mevzi aldı. Bir kısmı da çukuru doldurmaya başladı. Bu işler yapılırken, iki yanlarını top ve makineli tüfek birlikleri ve havada uçaklar tarafından korunuyorlardı. O an bütün müfrezelerimiz ateşe başladı. Çukurların doldurulmasını engellemeye çalıştılar. Fransızlar silah ve sayı bakımından üstün durumdaydılar. Top atışlarıyla üstünlükleri daha da artıyordu. Savaş bütün yoğunluğuyla devam ediyordu. O an millî müfrezelerimizin sağ tarafına Türkistanlı Hacı Yoldaş çok ustaca kullandığı makineli tüfeği ile bir Hızır gibi yetişti. Makineli ile adeta ölüm saçıyordu. Fransızlar neye uğradıklarını şaşırdılar. Çukurları doldurmaya çalışan askerler birer birer devrildiler. Çukur doldurmayı bırakıp, kendilerini tepenin arkasına atmaya çalıştılar.
Kahraman çetelerimiz gün boyu aç, susuz yılmadan ve usanmadan çarpıştılar. Hava kararınca, silahlar birer birer sustu. Fransızlar gece karanlığından yararlanarak çukuru doldurdular. Sabahın erken saatinde bütün silahlarıyla taarruza geçtiler. Birinci çukur gece doldurulduğu için onu geçtiler. Kavaklıhan’a yakın olan ikinci çukura kadar ilerlediler. Cemal Efe’nin savaş oyunu burada kendini gösterdi. Cemal Efe bu çukurun üzerini öyle bir şekilde kapatmıştı ki, Fransızları korkuttu. Çukurun üzerine konan varil ve kazan ağızları, düşmanın geliş yönüne çevrilmişti. Bu da şüpheyi arttırıyordu. Bombalı tuzak olmasından çekiniyorlardı. Tanklardan inen askerler bir türlü çukurun yanına yaklaşamadılar. Tanklar da uzakta kaldılar. Gerçeği öğrenemediler. Fransız komutan, askerlerin ilerlemesini istiyordu. Müfrezelerimiz buna izin vermediler. Bir anda ortalık silah sesleriyle çınlamaya başladı. Müfrezelerimiz, Fransız askerlerini kurşun yağmuruna tuttular. Fransızlar yaralı askerlerini zar zor tanklara taşıdılar. Tepenin arkasına kaçmayı başardılar.
İkinci Kavaklıhan Savaşı’na Kavaklıhan Grubu’nun bütün müfrezeleri katıldı. Rifat Bey komutasındaki Çakıt Grubu katıldı. Tarsus Grubu’ndan Molla Kerim komutasındaki Çeliktaş Müfrezesi, Veli Haşim komutasındaki Tozkoparan Müfrezesi Tarsus çayını kayıkla geçerek Çanaktepe’den düşmanın sol kanadına aniden baskın yaptılar. Bu beklenmedik yaylım ateş, düşmanı zor durumda bıraktı.
Savaş 3 gündür devam ediyordu. Fransızlar yine ilerleyememiş, Kavaklıhan’ı geçememişlerdi. Geçseler, ileride daracık bir geçit olan Gülek Boğazı vardı. Fransızların moralleri yine bozulmuştu. Cemal Efe, Molla Kerim ve Veli Haşim ile görüştü. Bir gece baskını yapılmasını kararlaştırdılar.
Bu karar üzerine Kavaklıhan Grubu’ndan seçilen 25 fedai çete Zekeriya Karayaylalı komutasında, Tarsus Grubu’ndan seçilen 25 fedai çete de Kuradacılardan Hamza Çavuş komutasında 20/21 Mayıs gecesi büyük bir dikkatle, sessizce düşman karargâhına karşıdan ve sol kanadından baskın yapacaklar, ateş açacaklardı. Düşmanın moralini bozmak, baskının kapsamını büyük göstermek için geriye kalan müfrezeler bulundukları yerlerden bu baskını destekleyeceklerdi.
Gece geç saatlerde baskın büyük bir ustalıkla ve başarıyla yapıldı. Sayı ve silah üstünlüğüne rağmen başarılı olamayan Fransızlar, büyük kayıplar verdiler. İkinci defadır Pozantı yolunda başarılı olamadılar. Sonunda Albay Grasi ümidini tamamen kaybetti. Çekilmeye başladı. Albay Grasi geri çekilme emrini vermişti, ama geri çekilme yolunda pusudan korktuğu için, anayoldan gidemedi. Yaralı askerlerini toplayıp Çatal köyü üzerinden Adana’ya dönmeye çalıştı.
İkinci Kavaklıhan Savaşı’na katılan Cemal Efe bu savaşla ilgili hatıralarında şunları anlatmaktadır:
“Silah sesleri kesilmiş, Türk Milletine ilk zafer müjdesini vermişti.
Ben en müşkül zamanımızda imdadımıza koşan bu kahramanların alınlarından öpmek ve bu kahraman müfrezelerin komutanlarını görmek için Kayadibi’ne gitmiştim. Orada Çukurova’nın yetiştirdiği sayısız kahramanlardan ikisi ile Molla Kerim ve Veli Haşim’le tanıştık. Henüz ortalıktan çekilmemiş olan kan ve barut kokuları arasında kucaklaşarak öpüştük. Bu savaşın kazanılmasında en büyük şeref hissesinin kendilerine ait olduğunu söylediğim zaman, Veli Haşim, “Şeref Türk’ün, Çukurovalılarındır. Ben yalnız vazifemi yaptım. Türk vatanının her köşesi bizim müdafaa cephemizdir. Top seslerini işitince emir beklemeden Molla Kerim’le beraber yola çıktık” dedi.
Veli Haşim de buradaki savaşa katılmasını şöyle anlattı:
“Bütün bir gece yürüyüş yapıp ırmağı geçtik. Çanaktepe arkasına geldik. Sabahleyin erkence mevzi seçmek üzere yanıma bir manga asker aldım. Çanaktepe’ye çıkıyordum. Tepeye çıkar çıkmaz öbür taraftan tepeye çıkmakta olan düşman süvarileriyle ansızın karşılaştık. Derhal mangaya ateş açtırdım. Altı düşman süvarisi öldürüldü ve diğerleri kaçtılar. Ben mevzi seçerek müfrezeyi yerleştirdim. Ateşimizle düşman piyadesinin çevirme harekâtı durduruldu. Biraz sonra baktım ki bir düşman makinelisi, karşısında top olmadığı için açıkta mevzi almış olan kendi toplarına ateş açtı. Sonradan anladım ki, bizim askerlerden altı kişi ölen Fransız süvarilerinin elbiselerini giyerek içlerine sokulup, ansızın numara askerlerini süngüleyip top başına geçir ateşe başlamışlardır. Bu topun mermi yağmurunun ansızın kesilmesinin sebeplerini şimdi anlamış bulunuyorum.”
Düşman kuvvetlerinin komutanı olan Fransız subayı savaşta çektiği sıkıntıları şöyle anlatmaktadır:
“Zaman oldu ki, dört tarafa ateş açmak zorunda kaldım. Top başındaki numara erlerim süngülendi. Bunların yaptığı işler insanın yapabileceği şeyler değil, bunlar insanüstü yaratıklardır.”
Fransızların kendilerine göre kayıpları 3 subay, 118 askerden ibarettir. Bizim kaybımız ise 6’sı Tarsus Grubu müfrezelerinden olmak üzere 10 şehit ve 12 yaralıydı.
Batı Kilikya Komutanı Sinan Tekelioğlu, Heyeti Temsiliye’ye gönderdiği raporunda, düşman kuvvetlerinin 5.000 piyade, 3 batarya sahra topu, 2 batarya dağ topu ve çok sayıda makineli tüfek olduğunu bildirmektedir. Diğer taraftan Harp Tarihi Enstitüsü’nün Güney Cephesi kitabında bu kuvvet bir topçu taburu, 2 süvari bölüğü ve takviyeli 2 piyade alayı olarak gösterilmektedir.
4) BALLICA SAVAŞI
Kavaklıhan Grubu’nda bulunan Naili Hürriyet (Özlüce) köyünden Kara Mehmet Ağa Müfrezesi güney bölgesine gönderildi. Düşmandan ele geçirilen hafif makineli tüfeği ve bunu çok iyi kullanan Buharalı Hacı Yoldaş da gönderildi. Bu iki kahraman müfreze Ballıca köyünde birleştiler. Geceyi bu köyde geçirdiler. Sabahın erken saatlerinde Ballıca deresi istikametinde hareket ettiler. Çok geçmeden ve aniden düşmanın baskınına uğradılar. İki kuvvet arasındaki çarpışma saatlerce devam etti. Fransızlar ağır kayıplar vererek çekilmek zorunda kaldı. Bu ara çete grubunun en önünde kahramanca savaşan müfreze komutanı Kara Mehmet Ağa ile Buharalı Hacı Yoldaş şehit oldular. Bu iki yiğidin şahadeti çeteler arasında büyük üzüntü yarattı. Müfrezenin komutanlığını aynı köyden Baki Efendi ele aldı.
[1] Harbiye Nazırı Ömer Yaver Paşa istifa edince 25 Şubat’ta yerine Ferit Paşa getirildi.
14 Eylül 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)